24 Ekim 2016 Pazartesi

ŞÜKRAN GÜNAY’IN“GELİYORLAR” ADLI HİKÂYE KİTABI Abdullah Çağrı ELGÜN

ŞÜKRAN GÜNAY’IN“GELİYORLAR” 
ADLI HİKÂYE KİTABI
Abdullah Çağrı ELGÜN
HAYATI HAKKINDA: 
Aydın ilinin Germencik ilçesinde dünyaya geldi.
1966-1967, Denizli Kız İlköğretmen Okulunu bitirdi.
1967-1972 yılları arasında köy okullarında ilkokul öğretmeni ve yöneticisi olarak çalıştı.
1972 yılının Ağustos Ayında Almanya’ya işçi olarak geldi. Halk okullarında Almanca öğrendi.
1975-1976 öğretim yılında çok sevdiği öğretmenlik mesleğine yeniden başladı.

1990-1991 yıllarında Anadolu Üniversitesi Eskişehir Açık Öğretim Fakültesi İktisat Fakültesinden Lisans Diploması aldı. Türkçe ve İslâm Dersleri Öğretmeni olarak çalışan Şükran GÜNAY, İki kızı bir oğlu olup, Almanya’nın Nürnberg şehrindeki bir İlkokulda görevini öğretmen olarak sürdürmektedir.
Bavyera Öğretmenler Birliği Yabancı Öğretmenler Temsilcisi, Nürnberg Türk Veliler Birliği Dernek Başkanlığı, Nürnberg Türk Dernekleri Koordinasyon Kurulu, Eğitim Görevlisi olarak üstlendiği bir çok sosyal faaliyetleri bulunmaktadır.
Çeşitli Antolojilerde, yurt içi ve yurt dışı yerel dergi ve gazetelerde şiirleri yayınlandı. İnternet ortamında Genel Ağ Sistemleri içerisinde şiirleri okuyucuyla buluşmaktadır.
Henüz yayınlanmamış bir çok çalışması bulunan Şükran GÜNAY, Boğaziçi Üniversitesi, Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Merkezi Kütüphanesinde kullanılmak üzere ÇILGIN TÜRKLER (Turgut ÖZAKMAN’ın) 2006 yılında bilgisayarına sesli okudu. Yetkililere CD olarak ulaştırdı.
İslâm’da Kadının Rolü, Türkiye’de Kadın, Prof Dr. Beyza BİLGİN’in eserini yine aynı amaçla sesli okudu.
Şükran GÜNAY: “Öğretmenim, öğrenenim; öğrenmenin eşiğindeyim” diyor.
“Geliyorlar” İlk hikâye kitabıdır.
KİTAPTA GEÇEN HİKÂYELERİN KONULARI:
“En Değerli Miras; Geliyorlar; Gavur Hasan, Sabah Güneşi Çişliye, Akşam Güneşi Güzele Gelir; Tütün tarlası; Babalar Babacıklar; Ana Kucağı Baba Ocağı; İnsan Olmanın Milliyeti Yok; Genç Anne ve Babalar; Gönül Gözü ile Görmek; Uyuyamadım Öğretmenim; Üzüm Gözlü Alfred; Nürnberg’te Yeni Yıla Girerken; Sevgi Kaşıkları; Yabanda Oruç Ayı; Kurban Bayramı; Otuz Dokuz Yıl Önce; Ramazan Davulu; Günümüzde Kadın Olmak; Şükran GÜNAY”
KİTAP HAKKINDA:
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR,  Etki Yayınları, Mürselpaşa Cad. Mithat Postacı İş Hanı No: 18/2 Basmahane/İZMİR,  Eylül 2009; s.112 ve  İSBN: 978 605 5757 39 7  numarası ile piyasaya sürülüyor. 
Şükran GÜNAY’ın kitabı Almaya, Türkiye/ Ankara’da Taceddin Dergahında Ramazan Etkinlikleri çerçevesinde İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) sıtandında yapılan İMZA GÜNÜ ile okuyucuyla buluşmuştu. Kendisiyle orada uzun bir konuşma fırsatı bulduk. Yanında Asuman Soydan ATASAYAR Hanım da vardı. Kitaplarını imzalıyor.Okuyucuyla sohbet ediyorlardı. Bu arada kendileriyle uzun uzun sohbet edip fikirlerimizi birbirlerimize aktarma fırsatı yakaladık. Elime imzalanıp verilen bu kitabın tanıtımını yapacağıma dair sözümü tutuyorum. Yazar’ın kitabı tamamen kendi bilgi, tecrübe, deney ve kazanımlarının ürünü…
Yazar, kitabının önsözüne “Merhaba!” sözüyle başlayıp kitabın içindeki hikâyelerin kaynakları hakkında açıklayıcı bilgilere yer veriyor.
Yazar, geçmişte dedesi, anne ve babası ve diğer büyüklerinin yaşarken verdikleri hayat mücadelesini konu olarak ele alıyor. Bunları, kıssadan hisse, nüktedanlığında eserine işliyor. Bu kıssadan hisseler hikâye olmaktan çok, yazarın anlatımlarıyla birer hatıra (anı), örneği olarak algılanabilir. Bu kitap, hikâyeden çok hatıra türü içerisinde incelenmelidir. Kısa kısa tutulan günlükler. Hafızalarda yer etmiş güzel anılar. Aklımızdan çıkmayan güzel hatıralardır. Kitaptakiler de öyle…
Şükran GÜNAY bu kitabıyla, daha çok, geçmişte yaşanan hatıraları büyük bir gayret ve titizlikle inceliyor. Unutamadıkları hatıraları, görebildiklerini bize kendi gözlüklerinin çerçevesi arkasından aktarıyor.
Bu arada kendisine büyük bir gayret ve fedakarlıkla babalık ve annelik yapan aile reislerini unutmuyor. Onlara sonsuz teşekkürlerini ilettikten sonra kendisi gibi resim yapan şair arkadaşı Asuman Soydan ATASAYAR ile buluşuyor. Kendisine ablalık eden resim öğretmeni ve karakalemle resim yapmasını öneren can dostu, Asuman Soydan ATASAYAR’ın kitabının resimlerini yaparken içindeki hikâyeleri de büyük bir aşk ile okuyup bitirdiğinden bahsediyor.
Kendisine bu eserin hazırlanmasında yardımlarını esirgemeyen dostlarına sonsuz saygı selam ve şükranlarını belirterek teşekkürlerini sunmaktadır.
EDEBÎ KİŞİLİĞİ

Sanatçının hikâyelerinde kullandığı dil: Halk dili, Ege Bölgesinin çarşıda pazarda kullandığı, saf, katıksız, sade, külfetsiz, arı ve güzel Türkçedir. GÜNAY’ın eserinde, halk deyişlerinden yararlanmış olduğunu söyleyebiliriz.
Halk edebiyatımız ürünlerinden Hacivat ile Karagöz, Orta oyunu, Meddah, halk hikâyeleri ve fıkraları, sanatçının eserlerinde yararlandığı önemli kaynaklar arsında yer alıyor.

Eskilerde Pedegojik bir formasyonu yerine getiren ve bizi biz eden değerlerin en önemli mirası halk masalları, Oğuznamâler, Leylâ ile Mecnûn, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Yusuf ile Züleyha, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Emrah ile Selvihan, Dede Korkut Hikâyeleri, Âşık Garip ile Şahsanem, İsmihan Sultan,  Köroğlu, Dadaloğlu, Karacaoğlan ile Gazavat-ı Ali (Hz. Ali Cenkleri), Zaloğlu Rüstem, Battal Gazi, Danişment Gazi, Kelile ve Dimme…Türk, İran, Hint, İslâm Masallarının unsurlarından ve halk hikâyelerinin deyişlerinden yararlanıyor. Şahsî gözlem ve deneylerini millî unsurlarla birleştirerek Türk Edebiyat Tarihi, Türk Halk Edebiyatı ve bunların ürünlerini kullanarak Şükran GÜNAY’ın daha ilk eserinde kendi tarz ve uslûbunu oluşturmuş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. GÜNAY’ın daha sonraki yıllarda bu ve benzeri eserleriyle Türk Edebiyat Tarihinde önemli bir yer alacağını şimdiden söylemek isterim.

  Sanatçı doğrudan doğruya Türk Halk kaynaklarını kullanıyor. Halk Edebiyatının en eski ürünlerinden eselerden etkilenmiş, halk söyleyişinin, dehasının kıvrak zekasının işleyiş tarzını, Türkçenin engin ve sonsuz gücünü ustaca kullanmayı başarmıştır. Şükran GÜNAY, bunu bu küçük; ama hacmi ve yankısı büyük olacak olan eserinde göstermeyi başarmış okunası yazarlar içinde yer almaktadır.  
Şükran GÜNAY, eserin dilinde oldukça etkileyici, büyülü ve rengarenk Türkçeyi ustalıkla kullanmayı başarıyor. GÜNAY, Türkçenin bütün inceliklerini, kıvraklığını ve söz yaratmaktaki ustalığını, maharetini, gizemini, işleklik ve devvasa gücünü kullanarak adeta kelimelere akıcı ve kıvrak Türkçesiyle dans ettiriyor.
Şükran GÜNAY,  bu eserinde cümlelerin her çeşidini denemiş, devrik, kuralsız; düz, kurallı cümleleri ustalıkla kullanarak bu cümleleri eserinin hemen her yerinde ustalıkla ve maharetle halay çektirmeyi başarmıştır:
“Çekirdeksiz üzümler parmak üzümleriyle yarışırdı, salkım salkım. Biber, patlıcan, domates son ürünlerini verirlerdi güz başlarında. Güz çiçekleri olanca hızlarıyla morlu, kırmızılı pembeli, eflâtunlu, sarılı, renk renk açarlar, mevsimin tadını çıkarmaya çalışırlardı sanki…”

“O evde doğmuşum. “Sen güzün doğdun!.” Derdi annem. “Ağabeyim tüm kasabaya helva dağıtmış. ‘Ayaklarıma kara su indi.’  Sokak sokak dolaşmaktan”derdi ağabeyim.
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR,  Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.13

Halk deyişlerinden yararlanıyor:
“Akıllı kızım, sabah güneşi çişliye, akşam güneşi güzele gelirmiş... Tan yeri çoktaaannn! ağardı, kurtlar, kuşlar secdeden kalktı‚ haydi!”
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (En Değerli Miras), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.15
Karagöz ve Hacivat oyunundan halk söyley
işinden yararlanıyor:

“Tak tak, tiki tiki tak!

Bedava olmaz tak tak!

Tak tak helvası geldiii!

Ye de tadına bak!”
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (En Değerli Miras), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.16

Atasözleri ve deyimlerden yararlanıyor:
“Kazanmalıydı, alın teri önemliydi; damlaya damlaya göl olurdu. Çocuklarının gözü zenginlerde kalmamalıydı. Kuruşları toplayarak geçerdi koskoca gün!.”
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (En Değerli Miras), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.17

Hikâyelerden çok hatıra (anı) ya yakın çalışmalar. Giriş, Gelişme sonuç, Serim Düğüm, Çözüm, bölümleri bir birinden ayrışmıyor. Kurgu olay, ayrışmalar sonuç, amaç tam belli değil.
Kör olmayasıca. Aldı başını gitti yine. …Ay başı tuttu. Hastane kapılarında çürüdüm.
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (Geliyorlar), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.19

Mahalli dil öylesine oturmuş ki sayfalara, her haliyle insanı çekip büyüsüne kaptırıyor kendini:
“Kuşadası’na güneş bir başka doğar Pilav Dağı’ndan. Meydan okurcasına. Tepelerinden eteklerine salar günün ışıklarını… Sanırsın gelin telleridir, boylu boyunca yamaçlar sarıp  sarmalayan.”
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (Gavur Dağı), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.23 
Sanatçı benzetmelerden yararlanarak kelimelerle gergef işler gibi eserini örüyor. Kelimelere dans ettirerek pistte alkışları almayı başarıyor:
“O ara bir turist geçti önümüzden. Bir “oh!..”ladı ki, içindeki çekilmezleri etimde kemiğimde hissettim. Anlat be amca! dedim. Açılırsın! Elleri titriyor, gözleri doluyor, birileri duyacak hissiyle sesini kısmaya çalışıyordu. Derin denizler mavisi gözleri, denizde firtınaya tutulmus gibiydi. Kimseler yok, bizi duymazlar dedim. Biraz rahatlar gibi oldu, başladı usulca anlatmaya:

-Anam çok çekti çoook! İstiklâl Harbi çetin oldu. Yalnız anam mı? Çoluk çocuk, ana kız, baba oğul yandı, cayır cayır…Kimileri yolda, kimileri uykuda, kimileri bayırda, tarlada, bağda, bahçada… Kızlarımızı da… Senin anlayacağın her taraf gavur tohumu ile dolduuu taştı.”

GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (Gavur Hasan), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.25
Hâlâ düşünürüm. Ne kadar zordur biz kadınların durumu değil mi? 'Erkeğin elinin kiri, kadının yüzünün karası…'demişler. Kimler?
İyi ki Gavur Hasanlar var…
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (Gavur Hasan), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.29

 “ Yaptığın banaysa öğrendiğin kendine yavrum.”
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (Tütün Tarlası), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.37
Sanatçı bu eserinde Tanzimat Dönemi roman ve Hikâyesinde olduğu gibi konuyu yarıda kesip okuyucuya kendi duygu ve düşüncesini yansıtmaya çalışıyor. Onlara yol gösteriyor, telkinde bulunuyor. Bu ise ilk iptidai hikâyelerde görülen bir durumdu:
“Sevgili okur,
Bir dost dertlerini sıralamış. İçini dökmüş.
Birer birer hepsini okudum. Okudukça anılara daldım. Anılarım benden içeri süzüldüler ve silinmezlerden birini yaşama geçirdiler. İyi ki de geçirdiler! Aklımı başıma, Allah'a şükretmeyi insanca aklıma getirdiler. Düşündükçe o günleri; irkilir, kaşınırım yeniden. Şükrederim halime binlercesinden.
O küçük tarla kızı, Ben idim seneler öncesinden...”
GÜNAY, Şükran; GELİYORLAR, (Tütün Tarlası), Etki Yayınları, Eylül 2009 İZMİR; s.41
HİKÂYELERİNDEN ÖRNEK:
“EN DEĞERLİ MİRAS
Ege’nin şirin, verimli bir kasabasıdır Germencik. Aydın iline bağlıdır. Bir zamanlar; doğanın koynunda yaşatırdı fakirini. Kimseye el avuç açtırtmazdı insanını. Şimdi mi? Onu da bilenlere sormalı… 
Yarım asır öncesinde, bu kasabanın kenar mahallelerinden birinde bir ev vardı. Bahçesi cennetin habercisi gibiydi. Rengarenk çiçeklerine seferdeydi arılar, kokularına kanat çırpardı kelebekler. Tulumbanın başında göğe yükselen bir çift selvinin dallarına konan kuşlar cıvıldaşır, ağustos böcekleri durmadan şarkılarını, türkülerini okurlardı cır cır. Sonbaharın ilk demlerinde, ayvalar sarı sarı sallanır, narlar al yanaklı köy gelini gibi süzülürlerdi. Çekirdeksiz üzümler parmak üzümleriyle yarışırdı salkım salkım. Biber, patlıcan, domates son ürünlerini verirlerdi güz başlarında. Güz çiçekleri olanca hızlarıyla morlu, kırmızılı, pembeli, eflatunlu, sarılı, renk renk açarlar, mevsimin tadını çıkarmaya çalışırlardı sanki…
O evde doğmuşum. ‘Sen güzün doğdun’ derdi annem. Okuması yazması yoktu canım annemim. Doğduğumda babam çok sevinmiş. Ağabeyim tüm kasabaya helva dağıtmış. 'Ayaklarıma kara su indi, sokak sokak dolaşmaktan.' derdi rahmetli ağabeyim. Bana kızgın mısın dediğimde, 'hayır, şaka yapıyorum kardeşim, ben de çok sevinmiştim' derdi. 
Hani kız çocuğu doğunca pek de sevinilmezmiş ya bazı yörelerde? O yüzden de bir toplulukta sessizlik olduğunda ‘kız doğdu diyerek gülüşülür ya? Benim doğumumda tam tersi olmuş. Babama, anneme bayram olmuş gelişim. Egeli olmamız bir şanstır diye düşünürüm bu yüzden…
Çocukluğumda; yanağıma konan öpücüklerle uyandırıldım Doğanın mis kokularını taşırdı bu sıcacık ve yürekten gelen öpücükler. Yine Güneş’in doğum sancılarını yaşadığı, sabahın pırlanta saçlarının yayıldığı bir gündü. Babam hafifçe iki yanağımı öptü, uzun saçlarımı da sıvazlayarak sevdi. Uyandım, gözlerimi açtım, gülümseyerek baktım. Sarıldık baba kız.
“Yavrum hayırlı sabahlar! Akıllı kızım, sabah Güneş’i çişliye, akşam Güneş’i güzele gelirmiş... Tan yeri çoktaaannn! ağardı, kurtlar kuşlar secdeden kalktı‚ haydi! Benim uğurlu bebeğim, sabahın kokularını çekelim, güne hoş geldin, diyelim!“ dedi. Sol kolunun altına aldı, sarmaş dolaş odadan çıktık.
Babam:
Şu ananız yok mu? On parmağında on ayrı hüner! O’nun tarhana çorbasını kimse yapamaz. Şu bazlamalara bakın! Kayınvalidem sağ olsa beni çok sevecekmiş.Yeme de yanında yat! Ellerine sağlık gülümmm!..' diyerek sofraya oturdu, bağdaş kurdu, sofra bezi ile ayaklarını örttü.
Babasının tombişi, anasının doğuştan sürmeli kızı ben, tulumbaya koştum. Sağ elimle su çektim, sol elimle ise yüzümü yıkadım. Sonra elimi yüzümü kuruladım, fistanımın eteklerini topladım, bağdaş kurup, şeker babamın yanına oturdum. Oh! sıcacık bazlamalar! Tarhana çorbasının kokusu daldı nefeslerimize. Bahçeden toplanmış maydanoz, taze biber, tere otu, nane her zamanki gibi sofranın baş köşesinde ve göz kırpıyorlardı çapkınca. Dayanmak kimin haddine? ! . Besmele ile başlandı kahvaltıya ve şükredildi sonunda. Olmayanlara da versin duaları gönderildi göklere. Toplandı yer sofrası, eller ağızlar yıkandı.
Sıra yapılacaklara gelmişti. Babam ekmek parası toplayacaktı. Fıstıklı taktak helvası ile kat kat doldurulmuş tepsi onu bekliyordu.Bembeyaz satış önlüğünü taktı, başının üstüne yuvarlak (annemin diktiği) bez simidi koydu. Tepsiyi başına, sehpasını kolunun altına yerleştirdi: „Allahaısmarladık yavrularım! Ananızı üzmeyin haaa! “ diyerek avlu kapısına doğru yürüdü. Ağabeyim sokak kapısını sonuna kadar açmış, babamın çıkmasını bekliyordu.Tam kapının yanına gelmişti ki, dayanamadı, kolundaki sehbayı açtı, tepsiyi üzerine koydu. Beni, ağabeyimi tekrar öptü. Koşarak annemin yanına gitti, sarıldı, alnına bir öpücük kondurdu. „Hayırlı işler! Kendine dikkat et, sıcakta kalma, öğle sıcağında dolaşma sakın! “ diyordu kaymak Hatice’si. Biz de onları izliyorduk sessizce... ‚Merak etme Hatice’m! ’ diyerek ayrıldı. Simitini başına koyarak yüklendi tepsiyi yine ve hoş bir şarkı tutturarak ayrıldı:

“Tak tak, tiki tiki tak!

Bedava olmaz tak tak!

Tak tak helvası geldiii!

Ye de tadına bak!”

Onun şarkısını beklerdi çocuklar. Paralarını akşamdan hazırlarlardı. Sokağın sonunda kayboluncaya kadar baktım. Akşama eve dönecek, o zamanlar büyük bir lüks olan fındıklı, Nestle çikolatasını getirecekti. Ben de bütün gün yaptıklarımı anlatacaktım kendi güzel, huyu güzel, adı güzel babama. Akşam sularında eve döndü çalışkan, dürüst babam. Anneme teslim etti kazancını:” Şunlar da benim kahve, çay param yavrum! ” dedi.
Şu an yazdıklarımı okumakta olan dost, anlatmaya çalıştıklarım sedece kısacık bir anı babamdan. Onun gibi bir başka baba tanımadım. O bir gönül adamıydı. Sevgisini yüreğinden diline oradan da sevdiklerine utanmadan döken. O, köy köy dolaşırdı, düğünleri kaçırmazdı. Kazanmalıydı, alın teri önemliydi; damlaya damlaya göl olurdu. Çocuklarının gözü zenginlerde kalmamalıydı. Kuruşları toplayarak geçerdi koskoca gün!
Yorgun, bitkin olmalıydı eve döndüğünde kesin.. Oysa sevgi taşıyordu gözünden gönlünden.

İLETİŞİM ve HABERLEŞME ADRESLERİ:
www.sukrangunay.com.tr
sukrangunay2009@windovslife.com
KAYNAKLAR:
GÜNAY, Şükran; “GELİYORLAR”  Etki Yayınları, Mürselpaşa Cad. Mithat Postacı İş Hanı No: 18/2 Basmahane/İZMİR,  Eylül 2009; s.112, İSBN: 978 605 5757 39 7 



22 Ekim 2016 Cumartesi

ŞEHMUZ ÇİÇEK’İN HAYATI ve ESERLERİ ÜZERİNE , Abdullah Çağrı ELGÜN

ŞEHMUZ ÇİÇEK’İN HAYATI

 ve ESERLERİ ÜZERİNE

                              Abdullah Çağrı ELGÜN
HAYATI:
Şehmuz ÇİÇEK 01. 01. 1965 yılında Diyarbakır’ın Bismil İlçesinin Topraklı köyünde doğdu. Köyü Topraklı’da Taha ilkokulunu bitirdi. Çeşitli imkansızlıklar sebebiyle okuyamadı. “Eğer bir üniversite okusaydım, şiirin en mükemmelini yazacağımdan emindim.; ama çok okuyup, çok öğrenip kaliteli şiir yazmaya çalışıyorum.” diyor. 
Ağustos, 2002 yılında “YASAK” adı ile çıkardığı ilk şiir kitabının altıncı sayfasında: Taha ilkokulunda iken öğretmenin sınıfa: “Bahar üzerine bir şiir yazın.” Dediğini bunun üzerine bütün sınıfın şiire konsantre olarak baharla ilgili şiirler yazdığını ve kendi şiirinin bütün sınıftakilerin şiirleri içerisinde beğenilerek takdir topladığını belirtir. Bunun üzerine o günden sonra içinde bir şiir yazma kabiliyetinin olduğuna inandığı halde, şiir yazmadığını; ancak TYB (Türkiye Yazarlar Birliği) Kayseri Şube Başkanı Sn. Hüseyin TÜRKMEN’in bir gün kendisine, kendi yazdığı bir şiir kitabı hediye ettiğini ve bunu okuduktan sonra şiire karşı merakının oluştuğunu ve ondan sonra şiir yazmaya başladığını anlatmaktadır
Kitabına isim olarak koyduğu şiir:
YASAK
Gebeler oldu kürtaj,
Anadan doğmak YASAK
Şoförler içmiş sarhoş.
Yollara çıkmak YASAK

Tek gözlü ev barınak,
El yağlı, paça ıslak.
On yaşta olduk çırak,
Bize okumak YASAK.

Her şey yarım yamalı,
Cevaplar hep “ama”lı,
Anlatımlar imâlı,
Bir şey anlamak YASAK.

İcat oldu internet,
Aşk değişti, oldu çet,
Bir sevgi, bin ihanet,
Kalpten inanmak YASAK..

İMF pazarlıkta,
Ürüne geldi kota,
Çiftçiler ağlamakta,
Tarla sulamak YASAK...

Derler  örtülü yobaz,
Okulda Allah olmaz.
Fuhuşa yok itiraz,
İnançlı olmak YASAK

Ölü tabutta ezik,
Bekler manevî azık.
Çalarlar davul müzik,
Bir dua almak YASAK. (ÇİÇEK, Şehmuz.”YASAK” s.1-2)

ŞİİRLERİNDEN ÖRENEKLER:
Memleketin garip duruma değinerek, bunun  nasıl bir adalet olduğunu, azınlığın gülerken çoğunluğun ağladığını; bunun nasıl bir memleket ki diyerek hayıflandığı; ve Batı sönerken Doğu’nun ağladığını anlatır.
Vatanın ihmal edildiğini, kanun ve kuraların ihlâl edildiğini; ve bunların bizde dururken dışarıdan ithal edildiğini anlatır.

MEMLEKET
Bu nasıl adalet böyle kardeşim?
Azı gülerken, çoğu ağlıyor
Bu nasıl memleket böyle kardeşim?
Batı sönerken Doğu ağlıyor.

Yıllarca, bu vatan ihmal edilmiş.
Kanunlar, kurallar, ihlâl edilmiş;
Ve bizde varken, ithal edilmiş.
Maden işlenmemiş dağı ağlıyor.

Dayılar, yeğenler çiftliği sanki,
Çalışmak istersin iş bulaman ki,
Bu vatan artık öyle vatan ki,
Ölüsü kurtulmuş sağı ağlıyor. (ÇİÇEK, Şehmuz.”YASAK” s.4)
  
      Şair halkın dertlerinin içerisine öylesine girmiş, halkla öylesine iç içe yaşıyor ki çok iyi bir şekilde devlete gelir sağlayan kurumların dahi özelleştirilmesi, bu vesile ile işini kaybeden işçilerin durumu. İşsizler ordusuna katılarak çığ gibi büyüyen açlar ordusu... 
Başa geçerek ben sizden biriyim diye seçilen vekillerin ve hele hele bakan olanların halkı hiçe sayan tavırları vatandaşın canına tak etmektedir. Şair ÇİÇEK bu duruma dayılar, yeğenler çiftliği olarak bakmakta, iş aradıkları halde iş bulamayan insanların durumlarını anlattır. Böyle bir vatanda sağ kalanların acı ve ıstırap içerisinde ağladıklarını; fakat ölenlerin kurtulduğunu anlatarak memleketin içinde bulunduğu çıkmazı ve devlet büyüklerinin bu ülkeyi nasıl çıkmaza sürüklemiş olduklarını göz önüne serer.
 Gençlerin işsizlikten kurtulmak için iyi bir meslek sahibi olarak mezun oldukları, yüksek okul bitirdikleri hatta konusunda yüksek lisans yaptıkları halde iş bulamayan gençlerin içine düştüğü bunalımları ortaya koyar..

İSTANBUL
Yedi tepe değil artık yetmiş tepedir
Kar yağsa yere düşmez, insanları perdedir.
Kim görmüşse şaşırmış, hayrete düşmüş.
Bu kadar insanın ekmeği, rızkı nerededir?

Hey gidi İstanbul, hey gidi koca şehir!
Kimine ilaç oldun, kimine zehir.
Farklı renkler, kültürler sende toplanmış,
Bir yanın küfür kokuyor, bir yanın tekbir.

Ne kadar da çoktur, senin gökdelenlerin
Bir de gökleri delen o minarelerin.
Şairlere, yazarlara hep ilham olmuş,
Üsküdar’ın, Beyazıt’ın, Tophane’lerin.

Boğazın üstünde köprülerin kolyedir,
Sen tarih kokarsın, tarihler hep sendedir.
Masmavi denizin bir iniştir bir çıkış
Martıları şarkı, dağları bestedir. (ÇİÇEK, Şehmuz.”YASAK” s.18)

EZANLAR
Günde beş vakit okunur,
Şu Ezanlar şu Ezanlar
Yüreğe, ruha dokunur,
Şu Ezanlar, şu Ezanlar.

Allahü Ekber sedâsı
Siler gönüllerden pası,
Müminler’in parolası,
Şu Ezanlar, şu Ezanlar.

Asırlardır bıktırmayan,
Biri güneş biri Ezani
Müminleri safa dizen
Şu Ezanlar, şu Ezanlar.

Çan ne demek, boru nedir?
Davul zurna, arı nedir?
Bütün seslerden yücedir
Şu Ezanlar, şu Ezanlar. (ÇİÇEK, Şehmuz.”YASAK” s.63)

DELİ
Deliye her gün bayram,
Ben de bayram yapsaydım.
Cennette yeri sağlam,
Ah, bir deli olsaydım!

Deliler her gün güler
Keşke ağlamasaydım.
Ne dert bilir ne keder,
Ah, bir deli olsaydım!

Allah’ım huzurunda,
Tek mahcup olmasaydım,
Hayatın baharında,
Ah, bir deli olsaydım!

Sokakta köşelerde,
Dengesiz konuşsaydım,
Suali yok Mahşer’de
Ah, bir deli olsaydım! (ÇİÇEK, Şehmuz.”YASAK” s.66)

GÖNLÜMDEKİ ÜŞ SEVDA
Şu benim gönlümdeki üç sevda:
Biri sen, biri memleket biri Hüdâ,
Sen hayâlde, rüyada,
Memleket hatırada;
Ve Hüdâ: her nefeste her lokmada, her suda...

Şu benim gönlümdeki üç yanık:
Biri sen, biri memleket biri Hâlık,
Sen kalbimde bir ılık,
Memleket bir dalgınlık;
Ve Hâlık: Tüm canlıda tüm doğada, ustalık

Şu benim gönlümdeki üç ferah:
Biri sen biri memleket biri Allah,
Sen nefes açıcı ah!
Memleket mekan, dergâh;
Ve Allah: Dize tâkat, cana hayat; ve felâh (ÇİÇEK, Şehmuz.”YASAK” s.89)

ONUN GİBİSİN
Bazen yürekler: “ Küt, küt! ”  atar ya?
Sen o atışların tek sebebisin
Sıcacık toprağa yağmur yağar ya?
İnan ki içimde onun gibisin.

İnsanlar değerli bir şey saklar ya?
Sen benim kalbimde öyle gibisin.
Güneş ufuktan öyle doğar ya?
İnan ki içimde onun gibisin.

Sensiz gözümde hiçtir bu dünya,
Sen bana her şeyden çok kıymetlisin
İnsan sevinçten bazen ağlar ya?
İnan ki içimde onun gibisin

Gözümde hayâl, uykuda rüya,
Bütün hayatımı süslemelisin
Baharda bahçeler güzel kokar ya?
İnan ki içimde onun gibisin

Şelâlede soğuk sular çağlar ya?
Sen yüreğimde bir aşkın yelisin.
Bir fidan yapraktan yeni çıkar ya?
İnan ki içimde onun gibisin. (ÇİÇEK, Şehmuz.”YASAK” s.92)

KİTAP HAKKINDA
Birinci kitabın baskı ciltleme ve kağıt kalitesi, ikinci kitap incelendiğinde daha orijinal güzel ve çekici. Kitap dışarıdan göründüğünde de adeta: “BENİ AL” diye yüzünüze bakıyor. Güzel bir ciltleme ve kolay kolay yırtılmayacak cinsten kapağa bir de selofon geçirilmiş ki kapağın yüzünü güzel gösteriyor.
Birinci kitapta masraftan kaçılmamış birinci hamur beyaz kağıt kullanılmış. Arka kapakta bulunan “YASAK” şiiri kitabın daha ele alınır alınmaz bir şiir kitabı olduğunu herkese duyuruyor. Bu bakımdan da mesaj veren bir kitap görünümünde.
Şair hakkındaki bilgiyi kitabın giriş sayfasında görebiliyoruz. Bu sanatçıyı tanıtmak için yeterli değil ise de kısa bir bilgi vermektedir.

EDEBÎ KİŞİLİĞİ:
Hayatı seven hayata İslâm duyuş düşünüz ve Mistizminin görüş, düşünüş ve anlayışı ile bakan bir halk adamı. Onun şiirlerindeki her bir mısra, hayatın içinden hayatın yaşanmış deney ve tecrübelerinin satırlara yansıması olarak görülür. Yazdığı şiirin konu başlıklarının hepsi yaşanan acıların, sevinçlerin, bayramların, açlığın, tokluğun, parasızlığın, zenginliğin çocukluğun, gençliğin, orta yaşlılığın, ihtiyarlığın sıkıntıları deney ve  tecrübelerinden ibarettir.
O memleketin dört bir yanından yansıyan ıstırapları gönlünde hisseder, izler, gözlemler,  görür, sentezler ve halkın sesini, duygularını duyuramadığı sesine tercüman olarak terennüm eder ve şiirlerine yansıtır.
Şiirleri, toplumun derlerinin sıkıntılarının kendi gönlüne yansıyan ışıkları, layihalarından ibarettir.
O her dem yenidir. Şiirlerinde orijinal buluşlar ona hastır. Şehmuz ÇİÇEK serbest tarz şiirle birlikte hece de yazıyor. Elimizde iki kitabı da bulunuyor. Şair şiiri yeni bir anlayış duyuş ve düşünüşle mısralaştırıyor. Şiirlerinin kimilerinin sonucunu kestirmek mümkün olmuyor. Her bölüm bizi başka sürprizle karşılıyor.
Şiirlerinde kullandığı dilde sade, açık ve kolay bir söyleyiş hakimdir.

ŞİİRLERİNDEKİ KONU ZENGİNLİĞİ
Şehmuz ÇİÇEK şiirlerinin tamamında hem serbest hem de heceyi deniyor. Konu bulmada sıkıntı çekmeyen sanatçı, mahalledeki fırıncı, sokaktaki dilenci, hamal, işçi, camilerimiz, orada okunan ezanlar, okullarımız, Allah, Peygamber ve hayata dair her şeyi şiirin konusu olarak seçiyor.
Şiirlerinde bu konuları öylesine bir bütünlük ve gerçeklik içerisinde veriyor ki sanki sizi bulunmuş olduğunuz mekândan alıp başka diyarlarda başka başka  karakterlerde başka gezer gibi oluyorsunuz.
Şiirlerinde kullandığı Türkçe halkın çarşıda pazarda, sokakta kullandığı açık ve sade ve halk deyişleri olması sebebiyle hemen dikkat çekiyor.
Şair şiirlerindeki yeniliklerle adeta bir oya  örüyor.  

KİTABA ELEŞTİRİ:
Bütün kitaplarda görülen, bariz hataları bu kitapta da yeterinden fazla görmek mümkün oluyor. Kitapta imlâ ve noktalama rafa kaldırılmış. Kısaca imlâ ve noktalama, büyük harf küçük harf, işaretlerin yerli yerinde kullanımına hiç dikkat edilmediği görülüyor.
Arka kapakta yer alan ve kitaba adını veren “YASAK” şiirine, (ÇİÇEK, Şehmuz.”YASAK” s.1-2) kitabın hem içinde hem dışında olmak üzere iki yerde yer verilerek tekrarlanmıştır.  
Kitabın arka iç sayfalarında da bir kısım şiir kitaplarında görülen reklamlara yer veriliyor. Bu ise kitabın ciddiyetine gölge düşürerek adeta gazete kağıdı gibi kitabı kıymetsizleştiriyor.
Kitapta dört sayfa bu reklama ayrılarak kitaba bir eziyet yapılıyor. Kitabın orjinalliği böylece kayboluyor.
Kitabın girişinde ilk sayfa boş bırakılmış bu güzel olmakla birlikte, ilk sayfaya yazarın adı soyadı yazılıp büyük bir boşluk bırakıldıktan sonra en alt tarafına: Birinci Baskı, baskı âdeti, yılı ve basıldığı yer yazılmalıdır. Böylece üst tarafa sanatçı kitabını imzaladığı kişiye rahatlıkla birkaç söz yazabilecek ve araştırma ve eleştirmenler de bu kitabın hangi yılda ne kadar çıkarılmış olduğunu görebileceklerdir.
Şairin kitabında bu duruma üçüncü sayfada yer verilmek istense de bu tam olarak yansıtılamamış. Şiir kitabının ismi aşırı bir büyüklükte yazılarak iki tire işaretinin arasına (-şiir-) şeklinde yazılmıştır ki bu büyük bir yanlışlıktır. Böyle bir durum ancak oranlı olarak iki parantez işareti arasında yapılmalıdır.
Bütün bu yazıların altına da bizim istediğimiz baskı yeri ve tarihi yazılmış; ancak baskı adeti yazılmamıştır.
Dördüncü sayfada sanatçının bir adresi, meil adresi ve daimi irtibat telefonlarına, kitabı isteme adreslerine, matbaa, basıldığı yeri dizgi, baskı, mizanpaj, tashihçi, kapak tasarım …vb.lerine de yer verilmelidir. Bunların bir kısmı ise yine gözden kaçırılıyor.
Yukarıda bahsedilenlerin sanatçıyı tanıtmak, kitabı araştırmacıların, yıllık yazarlarının, edebiyat tarihçilerinin, kütüphane katologcularının, bibliyografya yazarlarının ilgisine, araştırmasına hazır etmek için, gerekli bir ihtiyaç olduğunu söylemeliyiz.
Kitabın giriş bölümünde ve kitabın tamamında geçen: : Bağlaçlar, “ama, fakat, çünkü, böyle, böylece, … “ gibi bağlaçlardan sonra birinci cümle bittikten sonra noktalı virgül kullanılıp (;) ikinci cümleye küçük harfle başlanmalıdır. (Birici paragraf: Şairlik okumakla değil ama okumak…), Doğrusu: Şairlik okumakla değil; ama okumak… Aynı paragraf ikinci cümle: (..en mükemmelini yazacağımdan emindim. Ama genelde…) Doğrusu:  ...en mükemmelini yazacağımdan emindim; ama genelde…  gibi.
s.2(“Yasak” şiiri), manevi(manevî); s.3 (“Kudret” şiiri), melek(Melek); s. 5, kâbeye(Kâbe’ye);  s. (“Sabır Yarap” şiiri, 6,7, yarâp (Yârap); …vb gibi. Kısaca kitapta imlâ ve noktalamaya yeteri kadar dikkat etmek, kitabı okuyan okuyuculara ve ana dilimiz Türkçeye hürmet, hizmet etmek bakımlarından her bir işareti yerli yerine oturtmak, bir vatan savunması gibi, sınırda nöbet bekleyen bir asker gibi kutsal bir görevi yerine getirmek kadar önemli ve gereklidir.

İkinci kitabı:
“Ağlamanın Ardından”
KİTABA ELEŞTİRİ:
Birinci kitapta söylenen şeyleri ikinci kitapta da tekrarlamaya gerek yoktur. Sanatçı birinci kitabın tecrübesizliğini üzerinden atmış, ikinci kitapta deney tecrübe ve bilgi sahibi olmuştur demek istesek de bu deney ve tecrübeyi bu kitapta da göremiyoruz.. Üstelik kitap “Edebiyat Yolcuları” adı verilen bir grup tarafından çıkartılıyor. Düzeltmeleri ise Türkçe bilgisine güvendiğimiz bir öğretmen tarafından yapılmış olmasına rağmen aynı yanlışlıkların bu sayfalara da yansıtılmış olduğunu üzülerek belirtmek zorundayım.
Şair bu kitabını üç bölüme ayırıyor: .”AĞLAMANIN ARDINDAN”, bölümünde toplam otuz beş şiir yer alıyor. “SIRLARIM MISRALARDA”, bölümünde yirmi beş şiir; “YENİLDİM BABA” bölümünde ise on üç şiire yer veriyor. 

ŞİRLERİNDEN ÖRNEKLER:

SON
Sonbaharda doğmuşum,
Sonbaharın son ayında,
Kasımın son gününde.
Ben Bir SONUM…

Yirminci asrın son yıllarında,
Ücra bir kasabanın son köyünde,
Muhafazakâr bir ailenin son çocuğuyum.
Ben bir SONUM…

Ne Putperest’im ne Ata is’tim ne de Mason’um,
Son dinin mensubuyum.
Son Peygamber’in Ümmet’iyim.
Ben Bir SONUM…

Sonu berbat olan bir gidişattan,
Son anda kendime geldim.
Sonsuzluğa doğru gidiyorum
Ben Bir SONUM…

Bu benim son isteğimdir.
Son nefesimi verirken,
Son durağa götürün beni
Mezarımın üstüne kocaman bir “SON” yazın.
Ben Bir SONUM… 
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN” s.5)

ÇAĞRI
Artık çok yaklaştın diyor, içindeki his.
Kollarım, bacaklarım güçsüz; gözlerimde sis.
Sen zaten beni bekliyordun, evvelden beri.
Şimdi ben de seni bekliyorum, çaresiz.

Ey, soğukların soğuğu!
Ey, acıların doruğu!
Ey, renkli perdenin!
Hazin kopuğu!..

Bir zamanlar dinçti, güzeldi bu beden.
Hep senden kaçıyordum, köşe bucak ben.
Şimdi kalmışken, bir kemik bir deri;
Seni çağırıyorum, gel; gel, acıları yok eden!..

Ey, zehirler gibi kokan!
Ey, ciğerleri yakan!
Ey, ilk perde!
Ve ey, son perde!..
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN” s.31)

AĞAÇ ve BEN
Senin yaprakların, çiçeklerin;
Ve meyvelerin.
Benim çocukluğum, gençliğim;
Ve evlâtlarım.
Sen , o şekilde varsın.
Ben, bu şekilde varım.

Sonrası son bahardı,
Yaprakların sarardı.
Ben de yaşlandım, saçım döküldü,
Gözlerim karardı;
Ve ölüm ikimizi de sardı…

Senin kefenin kardır.
Bezdir benim kefenim.
Ağlayanın kuşlardır.
Benim birkaç sevenim…

Seni bir adam keser;
Ve bir soba yakar.
Feryadın duman olur.
Göğe çıkar.
Belki beni cehennem;
Senin kadar bile direnemem.

Belki kitap olursun,
İçini doldurur güzel bir eser.
Hakk da beni affeder.
Cennetine götürür.
İçerim  Âb-ı Kevser.
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN” s.32)

DAMLALAR
Önce, bulut  damladı.
Sonra dam.
Berekettir damlalar.
Hüngür hüngür ağladı,
Kavuşamayan adam.
Hasrettir, damlalar…

Eriyince boynu bükük,
Yanan bir mum,
Aydınlıktır damlalar.
Bir hastanın kollarına,
Akınca serum,
Sağlıktır damlalar.

Ve bir Mümin,
Tesbihini çekince,
Yazarın kaleminden,
Mürekkep dökülünce,
Fikirdir, damlalar…
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN” s.33)

ALTMIŞ YAŞ
İki tane otuz yaş gitti.
Otuz iki tane diş gitti.
Ne anne kaldı ne baba ne yâr,
Bir koca ömrüm, beleş gitti.

Ne gözlerde nur ne kafada saç,
Kalmadı gâye kalmadı amaç.
Dostlardan sonra baş ucumda kalan,
Bir eski âsa bir torba ilaç.

Zaman şu anki zamanmış ancak.
Geride kalan hep yalanmış ancak,
Gezip dolaşanlar uyuyorlarmış.
Teneşire yatanlar uyanmış; ancak…
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN” s.34)

GÜNEŞ TUTULUR
Güneş tutulur,
Gün ortası gece olur.
Bir saatlik karanlık;
Kimilerini düşündürür,
Kimilerine eğlence olur.

Gönül tutulur,
Gecenin ortası gün olur.
Gözler kapağını açar;
Ve uyku tamamen kaçar.
Bir anlık tebessüm,
Gerisi hep hüzün olur.

Dilek tutulur.
Duaların içinden bir dua okunur.
İki madenî para,
Yapıştırılır bir mezara;
Ve bağlanan  bir iki bez,
Umutsuzlara umut olur.
Zaman tutulur,
Çağların içinden bir ömür,
Seneler, aylar, haftalar,
Bir bakmışız düğündür.
Bir bakmışız son gündür… 
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN” s.35)

RÜZGÂR
Nem çekti havalara,
Rüzgârlar bulut oldu.

Kuruyan topraklara
Bulutlar umut oldu.

Damla damla düşerek,
Bin türlü nebât oldu.

Boğazlardan geçerek,
Göğüslerde süt oldu.

Yemyeşil vadilerde
Kavak oldu, dut oldu.

Bazen bir tefter kalem,
Bazen ev, konut oldu.

Bir gün önce âsa idi,
Son günü tabut oldu…
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN” s.40)

SENİ GÖRDÜKTEN SONRA
Seni gördükten sonra anlıyorum;
Bazı günler gündür,
Sabah akşam, yirmi dört saat;
Bazı günler aydır, yıldır.
Unutulmaz, ömür boyu bir hayat.

Seni gördükten sonra anlıyorum;
Ancak dikenlerin arasındaki güldür;
Ancak aşk ile çarpan gönüldür.

Seni gördükten sonra anlıyorum;
Daima güzellikler zordadır;
Ve elin yetişmediği yer nere ise
Cazibe ordadır…

Seni gördükten sonra anlıyorum;
Yakın olmak murat değil;
Yürekteki başka; ama
Ağızdaki feryat değil.

Seni gördükten sonra anlıyorum;
Başka şeyler de varmış.
Ölüm gibi çaresi olmayan;
Sinsi sinsi hep kanarmış.
Görünürde hiç yarası olmayan…
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN(Sırlarım Mısralarda)” s.51)

Şair şiirinin “Sevgi Vadisi” adlı iki mısrasında: sevgi, aşk için:
“Öyle bir dert ki  bu kendisi ilaç,
Her yüreği olan, yürekten muhtaç” (ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN(Sırlarım Mısralarda)” s.55)
Şehmuz ÇİÇEK sadece şiir yazmıyor; o bizde var olan; ama bir türlü ortaya koyamadığımız gizli cevherleri de ortaya çıkartarak bize “şiiri keşfetmektir” dedirtiyor. O şiirlerinde yeni yeni buluşlarla her daim yeni olmanın ve yeniden doğmanın lezzetini de biz okuyuculara tattırıyor. Başarılı buluşları edebiyatımızda sürprizlerle biten şiirlerini okutarak TERDÎD SANATINA güzel örnekler veriyor.
Şairin farklı bir yanı da şiirlerinde kullandığı halk dili, temiz, saf ve halk Türkçesi
Kayseri’nin ağız özelliğinde geçen görüyon nu?(gu) Okuyog nu?(gu), yapma be?  "be” nin soru  ifadesi olarak kullanıldığı gibi, “nu””gu”, eklerinin mı, mi; mu, mü; mısınız, misiniz; musunuz, müsünüz?” soru eklerinde kullanıldığı gibi:
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN, “Pencere”, (Sırlarım Mısralarda)” s.62, şiirinde:
“Her gün sildiğim o camlar var ya?
Şimdi tozdan, kirden görünmüyor.
Saatlerce beklediğin o pencerenin
Şimdi kıymeti bilinmiyor.”
“ya” sözünün soru işareti olarak kullanıldığını görüyoruz.
Şehmuz ÇİÇEK halk deyişini kullanırken bize aynı zamanda Türkçenin derinliklerinde kaybolmaya yüz tutmuş ağız özelliklerini de getirerek Türkçenin asıl kaynağından Türkçeyi beslemenin ne kadar gerekli ve elzem olduğunu da göstermiş oluyor.
Türk dili bu zengin kaynaktan akan nehrin kollarıyla beslenirken, umman olma yolunda yeni yeni mesafeler aldığını da görüyoruz. Zaten şairin, sanatçının bir görevi de Türk dilini, kendi kaynaklarından beslemek, zenginleştirmek ve güzelleştirmektir.

O RESİMDİ
O resimdi:
Bendeki tek hatıran.
Hep gülümsüyordu,
Dişleri pirinçti,
Saçları katran…

O resimdi:
Albümdeki resimlerden,
Hep farklıydı;
Ve en mahrem,
Odalarımda saklıydı.

O resimdi:
Çerçeveleyip baş ucuma astığım.
Öptükten sonra;
Gözlerimi yumarak,
Bağrıma bastığım.

O resimdi,
Seni özledikçe,
Hasret ile baktığım;
Ve o resimdi,
İhanetini duyunca,
Nefret ile baktığım…
Her yüreği olan, yürekten muhtaç” (ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN(Sırlarım Mısralarda)” s.58)

PENCERE
Her gün sildiğim o camlar var ya?
Şimdi tozdan, kirden görünmüyor.
Saatlerce beklediğin o pencerenin
Şimdi kıymeti bilinmiyor.

Ne çerçevesi ceviz,
Ne de camı kıristâl.
Başkaları için değersiz,
Benim için kutsaldır.

O ne güzel yıllardı.
Her Mecnûn için Leylâ,
Her Aslı için bir Kerem vardı.
Benim de bir tane pencerem vardı.

Açılınca Cennet görünürdü,
Kapanınca Cehennem.
Şimdi anılardan başka göstermiyor.
Terk edilmiş pencerem.

Ne perdeyi çeken var.
Ne de bir el sallayan.
Karşıda duran benim,
Bakıp bakıp ağlayan.

Haydi geri dön zaman.
Birkaç yıl ne olursun!..
Dön o eski günlere.
Sahibine kavuşsun,
Ter edilmiş pencere
Her yüreği olan, yürekten muhtaç” (ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN(Sırlarım Mısralarda)” s.62)


YENİLDİM BABA
Önce kesildi sesim,
Kapandı göz kapaklarım.
Bir damla süt yanağıma aktı.
Dudaklarım emziği bıraktı.
Ben ninnilere yenildim baba.
Ben ninnilere yenildim…

Sonra terledi bıyıklarım.
Oyuncaklarım sokaklarda kaldı.
Etrafımı sardı hırsızlar.
Biri yüreğimi çaldı.
Göğüs gerdim, boranlara, kışlara.
Ben bakışlara yenildim baba.
Ben bakışlara yenildim…

Şimdi buruştu alnım.
Saçlarım beyazlandı.
Yürüyelim dedikçe,
Dizlerim nazlandı.
Nice dağlara tırmandım.
Direndim yollara.
Ben yıllara yenildim baba
Ben yılara yenildim…
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN(Yenildim Baba)” s.73)

HALİM
Kayseri ilinde Düvenönü’nde,
Bir fırın kenarında yatıyor.
Aralık ayında soğuk bir günde,
Tatlı simalara çile satıyor…

Hele bir söyleyin bu adam kimdir?
Dediler: “Garibin adı: Halim’dir.”

Kirlenmiş beyaz keten elbisesi,
Siyah bir deriyi anımsatıyor.
Soğuktan kısılan sıcak nefesi.
Duygusal insanları ağlatıyor.

Halim inliyor derin ve ağır,
Kulaklar duyuyor, vicdanlar sağır.

Bak torbasında ekmek kırıntısı,
Elleri ve yüzü hep is içinde.
Bu kadar olursa kul sıkıntısı
Yaşanabilinir mi lüks içinde?

Haydi kalk haykır de adım Halim’dir.
Gözlerimden akan yaşları dindir.
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN(Yenildim Baba)” s.82)

YARIŞ
Şehirlerde katlar yarışıyor.
Hipodromda atlar.
Aslında bahtlar yarışıyor.
Koltuklar, tahtlar…

Gelir gider ile yarışıyor.
Huzur keder ile.
Aslında hayır şer ile yarışıyor.
Doğa beşer ile…

Hep zekâlılar uzandı,
Hızla kupaya;
Ama şanslılar kazandı.
Herkes ya bir lüfer ya bir sazandı,
Vurdu oltaya,
Kendi katilini kurtuluş sandı.
Sana da geçmiş olsun efendi!
Göğüslediğin,
Varış ipi değil kefendi,
Gördüğün kalabalık defindi.
Vedâ ettiğin,
Hayat yarışıydı tükendi.
(ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN(Yenildim Baba)” s.83)

KOŞU
Bak işte, kan nasıl çekiyor kanı.
Bir kuzu koşuyor, koyuna doğru.
Bak işte insanın en masum anı,
Bir çocuk, koşuyor oyuna doğru…

Gördün mü, yıllarca çürümez bedeni?
Düşündün mü aceba, nedir nedeni?
Korumak için bu vatanı, dini;
Bir yiğit koşuyor mayına doğru…

Yıkılmış içinde o gurur devi,
Unutmuş dükkanı; tarlayı, evi.
İfa etmek için kutsal görevi.
Bir hacı koşuyor sâyına doğru…

Geçse de seneler, aylar ve günler;
Birbirine yakın, değişmez genler.
Amcaya dayıya benzer, yeğenler.
Bir nesil koşuyor soyuna doğru… 
       (ÇİÇEK, Şehmuz.”AĞLAMANIN ARDINDAN(Yenildim Baba)” s.85)

Şair  “Koşu”  şiirinde de edebiyatımızda kullanılan söz sanatlarından TERDÎD sanatı yapıyor:  Bir söz veya cümleyi, cümlenin sonunu sürpriz, hayret, şaşkınlık uyandıracak muhatabın hiç beklemediği bir tarzda bitirme sanatıdır.  
ÇİÇEK, bu şiirinin hemen her dörtlüğünün sonunda, bize sürpriz yapıyor. Şair şiirlerinin çoğunda bu sanata baş vuruyor ve bizi hayret, şaşkınlık yaşatırken; sürprize boğuyor.
Şairin güçlü yanı da bu mısralarla ortaya çıkıyor. İleride edebiyat kitaplarına geçebilecek şiirlerinden mısralar sunuyor. Sanatçı her şiirinde yeniliği deniyor. Yeni olmaktan da öte eskiyi, mahalliyi, millîyi, bizi biz yapan değerleri şiirlerine konu edinerek öyle işliyor ki şiiri okuyanlar adeta o yıllara o mekanlara doğru giderek oralarda gezinmeye başlıyor. İşte eserler bizi kendi bulunduğumuz yerden, koparmadıkça, bulunduğumuz mekandan alıp başka diyarlara başka ufuklara taşımadıkça edebî eser olmanın da sırrına eremezler.
Şair giderek gelecekte edebiyat dünyasında ve edebiyat tarihimizde bir iz ve nişan bırakacak gibi gözükmektedir.
ESERLERİ:
1) 2002, ÇİÇEK Şeyhmuz, “YASAK”, Dizgi-Montaj: Burhanettin TARIM, Kapak tasarımı Şeyhmus ÇİÇEK, Baskı: Şafak Ofset(0 352 222 73 08- 332 27 28 KAYSERİ 2002, ISBN: 975- 92863-2-7
2) 2009, ÇİÇEK Şeyhmus, “AĞLAMANIN ARDINDAN” adlı ikinci şiir kitabı Orka Matbaa, 0352 322 17  00 I. Baskı temmuz, 2009 KAYSERİ “Edebiyat Yolcuları, Kültür Sanat Yayınları” ISBN: 978-9944-0852-5-0

faydalanılan kaynaklar:

1) 2002, ÇİÇEK Şeyhmuz, “YASAK”, Baskı: Şafak Ofset, Tel: 0 352 222 73 08- 332 27 28, KAYSERİ
2) 2009, ÇİÇEK Şeyhmus, “AĞLAMANIN ARDINDAN”, “Edebiyat Yolcuları, Kültür Sanat Yayınları”, Orka Matbaa, Tel: 0352 322 17  00 I. Baskı Temmuz, KAYSERİ

İrtibat ve Kitap Edinme Tel: 053 352 32 66 KAYSERİ