14 Ekim 2016 Cuma

ANADOLU HALK OZANLARI KÜLTÜR ve DAYANIŞMA DERNEĞİ, ŞİİR ANTOLOJİSİ-2007 (AN-DER) KİTABI ÜZERİNE Abdullah Çağrı ELGÜN

ANADOLU HALK OZANLARI KÜLTÜ ve  DAYANIŞMA DERNEĞİ, ŞİİR ANTOLOJİSİ          (AN-DER)-2007 KİTABI ÜZERİNE                                           Abdullah Çağrı ELGÜN

Anadolu Halk Ozanları Kültür ve Dayanışma Derneği 2007 Şiir Antolojisi olarak maddî ve manevî desteklerini vererek Selâhattin AYDOĞAN, Timurtaş BAŞER,Hasan ATEŞOĞLU, Muzaffer BİLGİN, Sadık YÜKSEL, Arif DAĞLI, Zülfikâr MEYMUN Murat ATEŞ, Mürsel Ahmet ÇOŞKUN, Ergül BEKIR gibi değerli sanat sever dosların sayesinde çıkarılmıştır.
Aşık Mustafa SAYILIR (Anadolu Halk Ozanları Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı’nın bir önsözü ile tanıtılan bu antoloji de  toplam seksen sekiz aşığın kısa hayatı ve şiirlerine  yer verilmiştir.
Ozan SİNEMî’nin de Ozanlık Geleneği adlı bir yazısı hemen girişte yer almaktadır. 

Bu Antoloji de: Aşık Hüseyin SALMAN(Hançerî), Behzat KOCA, Ozan ZEBUNİ, Aşık Hasan HÜSEYİN, Aşık Şah MÜSLÜM, Mahmut ŞAHİN, Ozan Servet DENİZER, Aşık Ali ASLAN, Âşık Müslüm SEYRANİ, Haşim BABA,Aşık Musa MERDANOĞLU, Aşık KEMALÎ, Gürünlü ÂŞIK GÜRANÎ, NİZAM BOZKURT,Ozan Kul MUHİBBÎ,Âşık EMEKTAR,Âşık DURMUŞ, Dertli CEMO, Ozan BALKAYMAK, H.İbrahim KARABABA,Ozan İsmail İPEK, Gazi ŞAHİN,Âşık EMİNî,Ozan COŞKÛNÎ,  Âşık YOKSUL DERVİŞ,Ozan RABİA,Ozan Durak OLGUN, Âşık Adil ÇİÇEK, Âşık SELMÂNÎ, Veli METİN, Halil DOĞAN, Ozan Vergani, Âşık Sefil SADIK, Ozan ARABÎ, Âşık Mustafa SAYILIR, Fikret DİKMEN, Ozan YÜREKLİ, Âşık Ali DOĞAN,Ozan Celal YILMAZ, Dost İBRAHİM, Ozan KARAGÜLLE, Ali İhsan ERDUĞAN, Ali DİVANÎ, Âşık HAŞİMÎ,  Âşık YANARÎ, Âşık TÜRKMENÎ, Ozan DEMİRBAĞ, Ozan ÖZVERÎ, Ozan HÜRMETLİ, Kısaslı Âşık SEFAÎ, Şah Haydarî KERRAR, Ozan CAN DURSUN, Ozan ELİFÇE, Ozan ECE, Ozan DORUKOĞLU, Ozan DERGAHÎ, Ali ATAK, Ozan DÜZGÜN, Âşık KELÂMÎ, Ozan BARIŞCAN, Ozan Sırdaş ALİM, Ozan YARENÎ, Malatyalı Âşık Zeki YILDIRIM, Ozan ESRÂRÎ, Ozan İSMAİL, Ozan DİRENÇ, Ozan ESNAFÎ, Ozan CEYHAN, Ozan YILMAZ AHMET, Ozan FEDAÎ, İhsan MAZLUM, Ozan SİNEMÎ, Ozan SULTANOĞLU, Ozan Aşur ELMA, Ozan SEVDAÎ, Ozan HASAN, Hayati TATAR, Ozan HAZANÎ, Âşık SÜLEYMAN, Ozan Mutluer MESUT, Ozan CEVHERÎ, İnci SALMAN, Saniye Gündüz YILDIRIM, Ozan Aydın MUSA, Nesimî KEÇELİOĞLU, Ozan HÜRDEMÎ, Ozan Sefil ERÖKSÜZ, Ozan ERCAN”  gibi isimler yer almaktadır. Antolojideki bu sıralama ozanların yaşlarına saygı gereği, en büyükten küçüğe doğru sıralanmıştır.

Antoloji kitabını, Ozan SİNEMÎ Ankara 2007 yılında gerçekleştirmiştir. Teknik hazırlık Kalan Kültür Basım Yayınları tarafından yapılan eserin, İsteme adresi olarak: Ümit Ofset Matbaacılık, Muharrem Metin, Kazım Karabekir Caddesi Murat Çarşısı 41/1-2-3  Tel: 0312 384 26 27-384 17 07, İskitler/Ankara’da basıldığı belirtilmektedir.
Anadolu Halk Ozanları Kültür ve Dayanışma Derneği: Battalgazi Mah.5.Sok.1/C Altındağ/Ankara Tel:0312 384 77 28
Antoloji Edebiyat Araştırmacıları ve Edebiyat Tarihçileri ile Bibliyografya yazarları için önemli bir kaynak teşkil etmektedir.

2007, AN-DER ANTOLOJİ KİTABI İÇİNDE YER ALAN OZANLARDAN BİR KAÇININ  HAYATI ve ŞİİRİNDEN ÖRNEKLER:

ÂŞIK ZEKİ YILDIRIM (ÂŞIK MAHRUMÎ) 

Gömürgen/Akkışla/KAYSERİ
2006-07-09 15:37:27                                                                              
Kayseri/Akkışla/Gömürgen
ÂŞIK MAHRUMİ Zeki Yıldırım, 1946 yılında Gömürgen’de doğmuştur. Babası, “Kürt Uşağı” kabilesinden Sabit, annesi Melek Hanım’dır. Zeki, daha altı aylıkken annesi vefat eder.
İlkokulu köyünde bitirdikten sonra, eli az-çok iş tutunca çiftçilik ve çobanlık yapmaya başlar. Deliganlılık çağına gelince çiftçiliği bırakarak, çobanlığa devam eder. Koyun ve kuzuların peşinde kaval ile gönlünü eğlemeye çalışır. O zamandan, geleceği ile ilgili sinyaller vermiştir. Bu arada babası da ölünce, iki taraflı öksüz olmuştur. Fakirliğin, gurbetin bir de öksüzlüğün verdiği hüzün, onun ruhunda fırtınalar koparır. Bunlara bir de o çağın sevdası eklenince olaylara türküler, ölümlere ağıtlar, aşk ve sevdalara hasret şiirleri söyler...
Uzunyayla köylerinden Çukuryur’ta çobanken, bir güzele gönlünü kaptırır. İşte o zamandan bu yana uzun sürecek âşıklık yoluna çıkar.
Gönlünü kaptırdığı güzelle evlilik hayali suya düşer. 1966 yılında askere gider. Askerde “oyun ekip başı” olur. Askerlik dönüşü mesleğe devam, çobanlık...
1970 yılında Samur Mutlu’nun kızıyla evlenir. Bir yıl sonra Birlik Mensucat Fabrikası’na işçi olarak girer. Bu yüzden evini Kayseri’ye getirmek zorunda kalır.
Evini yüklerken, kimseden yardım görmez. Bundan çok hüzünlenen Zeki, köyden ayrılırken, gözleri yaşarır. Kamyonun üzerinde Kayseri’ye doğru yol alırken, önce kalbine dolan ilham, diline akmaya başlar.
Aşağıdaki sitemi Gömürgen’e yollar.
GÖMÜRGEN
Anamı, babamı elimden aldın!
Beni de gurbete saldın Gömürgen.
Zaten neyin vardı, bana ne verdin?
Senin olsun yurdun-yuvan Gömürgen...

Çok oynattın yoksulluğun maçında,
Hep bulundum öksüzlerin göçünde.
Bir göz samanlığım kaldı içinde,
Onu da al, bitsin derdin Gömürgen...

Ben de senin nüfusunda gayıtlı,
Yedirmedin lokmam bir ağzım datlı.
Beni yaya goydun ellerse atlı,
Gırhıma dağmeden yordun Gömürgen...

Attın beni Kayseri’nin düzüne,
Hasret goydun pünerlerin gözüne!
Gönül verdim bir vefasız kızına,
Onu da ellere verdin Gömürgen...

Gelmem sana ama, var Gıdık Ahmet
Mustafa, Şaben, bir Emin Memet...
Bir gün benim ile etmedin sohbet,
Genç yaşta galbimi gırdın Gömürgen...

Zamanında yaylaların aşarken,
Kokulardım süt, gaymağı bişerken.
Hayalinde gurbet elde yaşarken,
Neden Mahrumi’yi yerdin Gömürgen?..

Bu sitemi yolladığında henüz bir mahlası yoktur. Kayseri’de oturmuş olduğu “Mahrumlar” mahallesinden çağrışım yapılarak kendisine önerilen “Mahrumî” mahlasını kullanmaya başlar.
1994 yılında fabrikadan emekli olur. Bundan sonra yerel televizyon ve radyolarda çalıp, söyler. Kayseri İli içindeki festivallere katılmakta, televizyon ve radyolarda sanatını icraya devam etmektedir.
Düğünlerin neşesi, toplantıların coşkusudur.
Gömürgen’e sitemi, kendi bestesiyle yerel sanatçı Hikmet Durak’ın çıkardığı kasette yer almıştır.
   Âşık Mahrumî
Âşık Veysel'i yakından tanıyıp etkilenen Kayserili ozanlardan biri de Âşık Mahrumî'dir. Âşık Mahrumî'nin asıl adı Zeki, soyadı Yıldırım'dır. 1946 yılında Kayseri'nin Bünyan ilçesine bağlı Gömürgen köyünde doğmuştur. Babası Sabit Ağa, annesi Melek Hanım'dır. İlkokul mezunu olup evli ve üç çocuk babasıdır. Mahlâsını yakın akrabası olan imam-şâir Ömer Yıldırım vermiştir. Kayseri Halk Şâirleri Kültür Derneği'nin kurucularındandır. Şiirlerini sazı eşliğinde söylemektedir. Başka âşıklarla karşılaşma yapabilmektedir. Ustası yoktur. Osman Yıldırım, Musa Koçak ve Fahrettin Duran'ı yetiştirmiştir. Âşık Veysel'den etkilenerek Veysel'i konu alan bir şiir yazan / söyleyen Âşık Mahrumî, "Üstadım Veysel" adlı şiirinde Âşık Veysel'i şöyle anlatmaktadır: Veysel, bin üç yüz onda Sivrialan'da doğmuştur (10/1a). Yedi yaşında iken çiçek hastalığına yakalanan Veysel'in gözleri görmemeye başlamış (10/2a), baharı- yazı zindan olmuş,10/2b), kaderden sille yemiş (10/4d), dünyadan tad almamıştır 10/1d). Kimseye küskün ve düşman olmamıştır (10/3a). Gitar, keman, ud değil saz çalmıştır (10/5c-d). Sazını vatan millet (10/2c) ve kültürümüze hizmet (10/1c) için çalmıştır. Vatana hediye edilen bütün eserleri tarihlere geçmiştir (10/3c-d). Paha biçilmez bir değer (10/4a) olan Veysel, vatanını bayrağını sever (10/4b), büyük önder Atatürk'ü överdi (10/4c). Irk ayırımı yapmazdı (10/5c).
Âşık Mahrumî, Âşık Veysel'in şiirlerini olgun meyveye benzetmekte (10/3b) "Benim sâdık yârim kara topraktır" nakaratlı şiirine de telmihte bulunmaktadır (10/2d).

Atışma: Şevki Çobanoğlu-Âşık Mahrumî
Altı aydır selâm bile salmadın
Şevki Çobanoğlu aramaz oldun
Dönüp, bakıp yüzümüze gülmedin
Neden dost saçını daramaz oldun

Dostlarını birer birer gezerdin
Dost kazanır, düşmanları ezerdin
Senede üç beş kitabı yazardın
Kalem mi kırıldı, üremez oldun

Hekes senin bu işine şaşırdı
Sevgin vardı, içimizde yaşardı
Gel desen âşıklar hemen koşardı
Bizi dost gözüyle göremez oldun

Yavaş yavaş gün gidiyor ömürden
İste, sana saz yaptıram demirden
Âşığın mayası aynı hamurdan
Neden sen bu harcı karamaz oldun

Dertliyim derdimi diyesim geldi
O güzel sesini duyasım geldi
Seni çok özledim yiyesim geldi
Vallahi burnuma köremez oldun

Mahrumî'yem gider dostluk yolunda
Sevgi, saygı taşırım ben kolumda
Seni son kez gördüm Dadaloğlu'nda
Neden hâl, hatırım soramaz oldun
(Akkışla/Gömürgen/Kayseri, 18.11.2000) 

Şevki Çobanoğlu'ndan Cevap
Gurbet ele düştüm yolum çok uzak
Sizlere varamam Âşık Mahrumî
Gelmek istiyorum ama gelemem
Sizleri göremem Âşık Mahrumî

Dostum, dostlarımı arar, sorarım
Dostumun yanında olur yararım
Kitap yazdım, yine yazmak kararım
Yazmadan veremem Âşık Mahrumî

Buğdayımı yeller esti, savurdu
Bahçemi kırağı yaktı, kavurdu
Beni vuran düşman arkamdan vurdu
Dostları yoramam Âşık Mahrumî

Dost dostuna içten sevgi katacak
Şu sazımız bir gün düzen tutacak
Geldik, gidiyoruz ömür bitecek
Dünyada duramam Âşık Mahrumî

Dostumun derdini bilmek isterim
Derdine dermanı bulmak isterim
Elbet Kayseri'ye gelmek isterim
Üzgünüm, eremem Âşık Mahrumî

Şevki Çobanoğlu dostuna vurgun
Gurbet ellerinde olmadım yorgun
Hâl, hatır sorarım, değilim kırgın
Haklıyı yeremem Âşık Mahrumî
(İstanbul, 24.01.2007)
                           Şevki Çobanoğlu

       Bu şiirin hikâyesi:
    Türkmenoğlu Âşık Mahrumî (Zeki Yıldırım) , Kayseri ili, Akkışla ilçesi, Gömürgen beldesindendir. Âşık Mahrumî ile büyük bir dostluğumuz vardır. 2000 yılında işlerimin yoğunluğu dolayısıyle uzun bir zaman görüşemedik. Bunun üzerine Âşık Mahrumî, bana hitaben bir arzuhal yazmıştır.
Ben, 29 Mayıs 2001 tarihinde Kayseri'den İstanbul'a taşındım. Böylece uzun bir zaman irtibatımız kesildi.

Ancak 11 Aralık 2006 tarihinde Kayseri'ye gittim. Kayseri'de Hunat Camiinin önünde karşılaştık. Büyük bir hasret giderdik. Âşık Mahrumî, bana yazdığı arzuhalden bahsetti. Bana gönderin dedim. Nihayetinde arzuhal 24 Ocak 2007 tarihinde elime ulaştı. Bende kaleme sarılarak aynı gün cevap yazdım. Bu atışma bir mektup karşılaşmasıdır.
      OZAN ESNAFÎ
Asıl adı Satılmış DÖNMEZ olan ozanımız Yeniceliköyünde 1958 yılında
dünyaya geldi. Baba ismi Hasan DÖNMEZ Anne ismi ise Döndü Hanımdır.
İlk okulu köyde bitirmiştir. 1972 yılında Ankara’ya geldi.
Sanayide torna tesviyesi olarak çalıştı bu arada okuma aşkına kapılıp gündüz çalıştı gece okuyarak orta okulu bitirdi1980 de 11. Endüstri döküm bölümü ve 1986 yılında dışardan ulus 1. sanatEndüstri meslek lisesini bitrip Türkiye elektrik kurumunda işe girdi. Bu aradada Anadolu üniversitesine devam etti, sonra yarıda bıraktı.2003 de bu kurumdan uzman teknisyen olarak emekli oldu. Ozanımız özel serviste taşımacılık yapmaktadır. Ozan esnafi şiire 1975 başladı.
     Aşık VEYSEL
    Aşık Mahzuni ŞERİF
    Neşet ERTAŞ
    Aşık GÜLABİ
    Aşık Emini DÜŞTÜ
gibi ozanlardan etkilendi.
    
       Anadolu Halk Ozanları Kültür Derneğine üye olan ozan faaliyetlerini
burada sürdürmektedir. Ozan Esnafi evli ve 2 çocuk babası olup Ankara'da
ikamet etmektedir.
Yazmış Olduğu Şiirlerinden Birtanesi "Az İnsan Kaldı "
(ÖLENLERİN ANISINA) AZ İNSAN KALDI
OTUZ BEŞ YIL OLDU KÖYDEN GELELİ
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
ÇALIŞIP DURDUM KENDİMİ BİLDİM BİLELİ
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
İMAMIN EVLERİNDEN MEHMET EMMİ, ÇAKIR MİNNET
VELİ DAYI, KARA HALİL, APIK DAYIYA DAVET
KURU İSMAİL, AĞA BAŞI UNUTMAMAK GEREKİR
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
TAKKACILARDAN KARACA DAYI, KAMBUR HASAN'DI
ONLARIN ÇOCUKLARINI DÖVEN GERÇEKTEN YANDI
ZAKLA TEYZE İYİ BİR EŞ, İYİ BİR ANAYDI
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
KATRANCILARDAN KEL HÜSEYİN, SARAC AMCA
ALA DEMİR, ALA MEHMET, DİŞLİ HASAN'DI BABA
SETO DEDE KUYUYA, HAMURCIDA DAMDAN ATANDA
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
MASIRLARDAN İBRAHİM VE BAYRAM KA KÖYÜN AĞASIYDI
TARLA TAPAN ONLARDA KÖYÜN PARA BABASIYDI
TOPAL HAYDAR'DA, TRAKTÖRÜN BAŞ USTASIYDI
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
GAVUR ALİ, ŞIH MEHMET, KALLENÇO VARDI
BİZİM KÖYÜN DAVUL ZURNA OZANIYDI
DAVUL ZURNANIN USTASIYDI İYİ ÇALARDI
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
TEPE KÖYDEN ÇİLDİR YUSUF , KARA ŞIBAK
MEHMET ÇAVUŞ DEYİŞ SÖYLERDİ BAĞIRARAK
YEDİ BELA , DELİ DURAN SEMAHA KALKARAK
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
DELİ GÜLLÜ, TOPAL BEKTAŞ, ABDULLAH HOCA VARDI
KÖYÜMÜZÜN EĞİTMENİ ÖĞRETMENLİK YAPARDI
YANLIŞ YAPAN ÖĞRENCİYE TOKAT ATARDI
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
BİRDE ALMANCI DAYI SALİF ŞAHİN'İMİZ
DUVARLARINI ÖRDÜ, KURTULDU CEM EVİMİZ
SU GETİREREK, ÇAM DİKEREK GÜZELLEŞTİ ÇAM DEDEMİZ
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
TOMBULUN COZ ALİ, KARDEŞİ DELİ HAMDİ
TAŞ USTALIĞINDA ÜLFET DAYI İYİ BİLENDİ
İBRAHİM DAYI GÖZÜ KARA YİĞİTTENDİ
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
KARPUZLUNUN HOS KAZIM VE ALİ RIZA
KIZINCA SÖVERDİ ÇOLUK ÇOCUK, KARIYA, KIZA,
BOĞAZDAN AMELİYAT OLDU SESTE ARIZA
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
GÜLTEPE'LERDEN SARI MUSTUK VARDI
YAŞARKEN CAFER EMMİ İLE BAKKALLIK YAPARDI
ZÖHRE TEYZENİN DALGINLIĞINDAN YANDI
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
ESKİLERDEN MUHTAR DI HASAN KA
YANINDADA MEHMET ÇAVUŞ İYİ AZA
YANLIŞ YAPAN GENÇLERE VERİRDİ CEZA
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
ZUVURCU EMMİ, İBRAHİM DAYI KELLERDEN
BAŞKA TÜR İNSANLARDI Kİ; ZARASIZ SESSİZLERDEN
YİYİCİ,ALİ OSMAN, LAZO, YUKARI EMİRLERDEN
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI,
GOCON EVLERİNDEN KARA MEHMET
ÇAM HASAN, İREYİT , SERÇE BAŞKA ALAMET
KARA HAYDAR, MÜSAADE DELİ KIZA DAVET
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
DUMAN EMMİ, HAYVAN TÜCCARLIĞI YAPARDI
TOPAL HALİLDE, EŞŞEKLE SİLAH SATARDI
DÜĞÜNLERDE TORBA TORBA MERMİ ATARDI
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
KAYAOĞULLARINDAN BORAN KA, KARDEŞİ OMO
DÖNENİN MUSTUK ALMANYADAN DERDİ ALO
ANANIN EVİ YANDI KÖYE ÇABUK GEL HA
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
İBİŞİN EVLERİNDEN ALİ PEHLİVAN
GÜREŞTİĞİ RAKİBİNE OLURDU YAMAN
DAVUL ÇALDIĞI SÖYLENİR ZAMAN ZAMAN
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
KİSTİRİĞİN EVLERİNDEN KARA MEMİŞ
SÖYLENTİYE GÖRE GAVUR ALİ'YE OYUN ETMİŞ
SETO DEDE ŞAHİTLİK EDEREK KAFAYI YEMİŞ
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
SARON EVLERİNDEN SARI MUSTAFA
ZURNAYLA BERABER VURUR DAVULA
ZEVK DUYAR İNSAN ÇEKEN HALAYDA
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
KAĞININ OYMAKTAN KOCA AHMAT DAYI
SIRTINDA İNDİRDİ UNU BUĞDAYI
TARLA TEPE SÜRER BAHÇE VE BAĞI
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
AYDOĞMULARIN KARA BAYRAMI
İNEĞİ DAVARI VAR BOLDUR AYRANI
OĞLUM MEHMET HEMEN ALSIN SABANI
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
ALA MEHERLEMİN KARISI DÖNDÜ
BELİ BÜKÜLÜNCE GENÇLİĞİ SÖNDÜ
ÖLENLERLE İMAMIN KAYINA BİNDİ
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
ADINI BİLMEDİĞİMİZ TÜM İNSANLARA
BAŞI SAGOLSUN GERİDE KALANLARA
SELAM BURDAN DERS ALIP DOGRU YAPANLARA
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI
ADIM SATILMIŞ, LAKABIM TUNÇBİLEK
KÖY İÇİN ÇARPAR BU DELİ YÜREK
ALMANCI, EMEKLİ, GENÇLER KÖYÜMÜZE GİDEK
BÜYÜKLERİMİZDEN AZ İNSAN KALDI

7 MAYIS 2006
SATILMIŞ DÖNMEZ
Aşık Kemalî 
Dostum celaline razı ol gönül
Vardır bir celalin cemali derler
Cevrü cefa çekmek ne yaman müşkül
Çekenin nicolur ahvalı derler

Saf besaf halların bin canlar değer
Ey canların canı ey hüsnü Enver
Biraz dost kadrini vasfetsem eğer
Hayli meddah miskin KEMALÎ derler

Kemali, Kastamonuludur. Adı, Mustafa'dır. Kemali mahlasını, saza başladıktan sonra almıştır.

Babası, Cebrail mahallesinden mantar oğlu İbrahim idi. Mustafa doğduğu zaman,babası Kastamonu Kalesi sipahilerinden bulunuyordu.

Şimdi, tek bir bekçi kulübesi bulunan kalede, o zaman 20-30 ev vardı. İşte Mustafa 1821 yılında bu evlerden birinde doğdu. Ve 12 yaşına kadarda babasıyla beraber kalede kaldı.

Küçük Mustafa,kalede otururken, her Kastamonulu gibi, dört yaşında dört aylık mektebe verildi. Ve şimdi cumhuriyet ilk mektebi olan ve o zaman yarebci adını taşıyan mektebe devama başladı; Yarebci hocası Hamdinin babasından okudu. Burayı bitirince medreseye devam etti. Medriye medresesinde Müderris Hacı Ahmet den okudu.

Sipahiliğin kaldırılmasından sonra, babası,sanatı olan bakırcılığa dönmüştü. Mustafa, medreseyi ikmal etmedi; babasının yanına girdi, bakırcılığı öğrenmeye başladı. Fakat babasının yanında pek az kaldı.

O zamanları Kastamonu her taraftan gelen dertli, Emrah gibi usta ve diğer ikinci derecedeki saz şairlerinin gelip oturdukları, saza, söze çok meraklı bir muhitti.
Memlekette yetişen her delikanlı, bu şairlerin etkisi altında kalıyor, büyük şairlerin toplantılarına sahne olan Kastamonu da, her delikanlıda saz çalmak ve söylemek hevesi uyanıyordu. Müstaid olanlar, istidalarını inkişaf ettiriyorlar, istidadı olmayanlarda beceremedikleri bu işten vazgeçmek zorunda kalıyorlardı.

İşte Mustafa da bu Kastamonu delikanlılarından biriydi. Memlekete her şair geldikçe, onları dinlemekten kendini men edemedi. Bu sahadaki istidadı, onda sazı bırakmak değil, bilakis üstüne fazla düşmeyi icap ettirdi. Babasının çok kızmasına rağmen, saza ve söze olan sevgisi sanatına galebe çaldı. Daha 17-18 yaşındayken babasının mesleğini bıraktı; saz alemlerine karışmağa, saz omuzda mey ve mahbub alemlerinde dolaşmağa başladı.

İlk zamanları, kendisi bir ustaya çırak verildi, o usta ile üç , dört ay birlik çaldı. Az zaman içinde kendi kudretini, kendi inkişaf ettirdi ve ondan sonra usta çıktı. En nihayet o da aşık oldu, aşıklar meclisinde yer aldı. En sonunda da Kastamonu da ve Anadolu’nun pek çok tanınan ve sevilen aşıklar sırasına geçti. Kemali mahlasını aldı. Ömrünün sonuna kadar da aşık olarak kaldı.

Aşık Kemali, Kastamonu da yalnız değildi. Emrah’ın çıraklarından hemşerisi Meydani vardı. Çok zaman beraber çaldılar ve bir çok seyahatlerini birlik yaptılar.

Oğlunun anlattıklarına göre, Kemali, Anadolu’nun bir çok yerlerini dolaştı. Bilhassa Çankırılılar Kemali yi çok seviyorlardı. Bugün bile Çankırı da yaşamakta olan şiirleri vardır.

Şair, Ankara, Konya, İzmir, Samsun ve diğer bir çok vilayetler ve havalilerinde seyahatler yaptı. Oralarda pek çok saz şairiyle, bilhassa, Ispartalı Saydi, Zileli Kürt Ceyhuni, Gedayi, Çankırılı Nuri, Kayserili Rüştü ve diğer birçok saz şairiyle tanıştı ve onların muhitlerinde kendisini sevdirdi.

Şair yedi, sekiz defada İstanbul’a gitti. İki defasında Meydani ile birlikte gittiler. İstanbul çok defa tavuk pazarında çaldı. Bir defada Abdulazizin sünnet toplanan üçyüz aşık içine girdi ve orada seçilen birkaç şair arasında bulundu.1

Şair, seyahatlerin den döndüğü zaman da Kastamonu da boş durmaz, gelen şairlerle olsun, yahut Meydani ile birlik olsun, tekke altında ve öteki kahvelerde saz çalmakla vaktini geçirirdi. Oğlu Hasan, Emrah ile birlikte de çok saz çaldığını ve söz söylediğini anlatmaktadır.

Kemali, Konyalı Yesarı baba ile de çok sevişirdi. Hatta iki şair, diğerlerine nazirelerde yaparlardı.

Şair, bir defa da, Vali Hamdi paşanın musırrane daveti üzerine Konya'ya gitti. Hamdi paşa Kastamonu valisi iken Kemali yi çok severdi.Kendisi de şairdi. Konya’ya gittikten sonra Kemali yi çağırdı ve altı ay kadar Konya dan Salı verdi.

Konya da kaldığı müddetçe, kendisinden hoşlananlar , meram bağlarında şerefine pek çok mey be mahbub alemleri, saz ve söz eğlenceleri tertib ettiler.
Kemali, bir defa da Kırşehir’e gitti. Fakat orada, dedesinin bile tarikatı olan, babasının da bizzat inabe ettirdiği ve kendisinin de bir çok mersiyeler yazdığı Sadi tarikatını bıraktı.Ve

Kurban oldum, o meydane girince
Hayyal ebed buldum, ikrar verince.
Kemali güşuma telkin edin ve,
Hacı Bektaşı Veli hünkara düştüm


Koşmasında da itiraf ettiği gibi Bektaşi oldu .Ve bir daha onu bırakmadı.Yeni tarikatı ve piri hakkında bir çok mersiyeler yazdı:

Dönmeyiz ikrardan asla Kemali aşkile.
Hacı Bektaşi Veli hünkardır, ararımız.


Diyerek ölünceye kadar Bektaşi kaldı.

Kemali fakir bir adamdı. Serveti yoktu. Babasının ocağını terk ettikten sonra, çok sevdiği (Çöğür) ünün yüzünden (ala külli hal) bulabildiği bir lokma ekmek ve bir kadeh mey ile ömrünü geçirdi. Bütün hayatınca da fakir kaldı.

Ülfet mi edef, ehli geda ile ganiler,
Anlar bu fena çifei dünyaya ilişdi.


Sözleriyle de ifade ettiği gibi zenginlerin fakirlere karşı aldığı hodbinane tavırlara kızar onların ihtirasları hiç hoşuna gitmezdi. Ve daima,

Göçüp namü nişandan varmıdır yopkluk devlet gibi.


Sözleri ile fakir kalmayı tercih eder ve

Alemde Kemali hele bir şeye ilişmez,
Ta (bezmü elest) den beri mevlaya ilişti.

Beyitlerinde söylediği gibi mütevekkil kaldı. Yalınız sevdiği ve üzerine en çok düştüğü bir ihtirası vardı:
Mey ve Mahbûb.

Bütün ömrünün devamınca bu iki şeyin arkasından koştu.Ve bu iki şeyi sayıkladı. Mey ve mahbub bulduğu zaman ,kendisini dünyanın en neşeli ve en zengin adamların dan biri olarak görür,olmadığı zaman da dünyanın en kederli ve yaşamaktan usanmış bir adamı sayardı.

Şu şiirler bunu çok güzel ifade etmektedir.

Susamış laline canım efendim, mey ver ey saki
Gözetle nevbetin geldikçe, sun peymanı doldur ha!

Mey içüb, mahbub sevmektir. Kemali adetin.
Bu pazarda bundan özke kisbu karım yok menim.

Bekleriz, nöbetimiz, badeyi sun dolu dolu.
Teşneler, saki sana hem bu kadar bekle demez.


Kastamonu’nun bu içli şairi,kendisine iyilik edenlere karşı hiçbir zaman hürmetten başka bir his taşımadı.

Kendisinden çok iyilik gördüğü Vali Hamdi paşaya, Konya dayken şu medhiheyi yazmıştı

Terabhum sahibisin, hiç misalin yok bu dünyada.
Yaz sürdüm mübarek hakipaya, bunda Konyada
………………………………………………….
Anınçün vasfi şanın eylemek uşşakına elzem.
Emekdarın, duacındır. Kemali kemterin her dem.
Veliyyü nimetin, devletlü sultanım efendimsin.


Kemali gittiği her yerde hem saz hemde sözün güzelliğinden hemde iyi ahlaklı kanaatkar,alçak gönüllü olamasın dan büyük taktirler görüyordu.

Edebi iktidarı hakkında söylenen sözlerden hoşlandığını.

Her kim okusa, dinlese erbabı Kemali.
Derler bu senin nazın ile eş’arama tahsin.


Kalendarisi de göstermektedir.

Kemali riyayı hiç sevmemiş, her zaman doğru özlü,doğru sözlü bir adam olarak kalmıştır. Aynı zamanda kimse hakkında kötü fikir taşımaz, ve

Ne senden kimse incinsin, ne sen bir kimseden incin.


Fehvasına göre hareket eder ve hiçbir kimseyi incitmemeğe çalışırdı Halim, selim, sakin ve Kamil bir insandı. Bunu eserlerinde de görmek mümkündür. Onun için neşrettiğimiz eserlerinde, münhasıran aşkdan, fakrdan, dem, mey ve muhabbetten başka şeylerden söz eden parçalara tesadüf olunmamıştır.

Yalınız her mütasavvif şair gibi, Kemali de erbabına taş atmaktan ve bir parçacık olsun onların aleyhlerine söylemekten kendini alamamış ve tesiri altında kaldığı Derdli, Emrah gibi şairlerin yaptığı gibi onları (zahit, sofu) gibi tabirlerle küçük düşürmek istemiştir. Fakat bir çok şairleri, hassaten Emrah ve Derdliyi telkin etmeye çalışan ulema, Kemaliye de ilişmişlerse de, ötekilerine yaptıklarının onda birini bile Kemaliye yapamamışlardır.

Kemali, edebi meslek itibarile Emrah ve Derdliden müteessir olmuştur. Aynı zamanda, Fuzuliyi, Nedimi ve diğer bir çok divan edebiyatı şairlerini de okumuş ve onlarında çok tesiri altında kalmıştır. Mesela Nedimin,

Mesti nazım kim büyüttü böyle bir perva seni.


Mısrasıyla gazeline yazdığı: 

Sevdi gönlüm aşk ile Kameti bala seni


    NaziresiyleFuzulinin:

Gözüm canım efendim, sevgilim devletlü sultanım.


Diye biten gazeline ,

Veliyyü nimetin, devletlü sultanım efendimsin.

Mısrasıyla bitmekte olan gazeli,yarım bir tanzir bile olsa, buna açık misal olabilir.

Yalnız sonraları girdiği Bektaşiliğin edebiyatından da mütessir olmuş ve bir çok nefes ve koşmalar yazmıştır.

Kemali, oniki telli (çöğür) adı verilen bir saz çalardı. Sesi Davudi idi ve çok güzeldi.
Söylediği şiirlerin herhalde neşrettiklerimizden fazla olduğunu kati olarak tahmin ediyoruz.

Kemalinin usta olduktan sonra, bir kısım aşıklara ustalık ettiği tahmin olunmaktadır. Bil hassa Kastamonulu saz şairlerinin sonuncusu olduğu söylenen Fevzinin ustası idi. Fevzi, kendisinden hayli feyz almış ve bilhassa tarih düşürmeği Kemali den öğrenmişti.

Kemali hayatında bir defa evlenmiştir. Biri kız biri erkek iki çocuğu olmuştur.Kızı ölmüştür, oğlu sağdır. Hasan adındaki oğlu son zamanlara kadar eskicilik etmekte idi.Bugün yetmiş yaşında olduğu için evde, damadı İstanbullu terzi Nasıhın yanın da oturmaktadır.

Kemali artık ihtiyarlamıştı. Fakat gönlü her zaman gençti. Yaşının altmış beşi geçmiş olmasına rağmen bir türlü seyahatlerden vazgeçmiyor ve mütemadiyen saz omuzda dolaşıyordu.

O sırada Çankırı’ya göz açıcılar gelmişti.Dostları Kemaliye (hep merak ediyoruz bir defada senin gözünü gösterelim) dediler.

Göz açıcılar kemalinin de gözlerine baktılar. Ve (dumanı kaldıracağız) diye zavallı şairin gözüne mil saldılar. Fakat mil dumanı kaldıracağı halde bebeği örseledi.Şair büsbütün rahatsız oldu. Ve bir müddet daha Çankırı da kaldı.Gün geçtikce gözü görmez oldu.Ve büsbütün körleşti.

Kemali, ihtiyarlığını ve seyahate tahammül edemeyeceğini anlayınca, Kastamonu da oturmağa karar verdi. Kastamonu da sağ gözü de hastalandı. Hekimlere gösterdiler ; ona da çare bulamadılar. O da kapandı. O sırada karısı da ölmüştü.Artık iki gözden mahrum bir şekilde inziva köşesine çekildi, sazı ve sözü bıraktı; mey ve muhabbetten bahsetmez oldu.

Fakat kendisini sevenler, maluliyet zamanında da Kemaliyi salıvermediler. Hiç değilse evine kadar giderek zorla birkaç kadeh mey içirerek gözden mahrum şaire çaldırttılar, söylettiler ve dinlettiler.

Şair böylece üç sene kadar evinde kaldı. Ve nihayet ecelin pençesi onunda yakasına yapıştı. Yetmiş bir yaşında olduğu halde 1892 yılında kara topraklara kadar götürdü.

Kemali baba Kastamonu’nun şarkındaki Ahmed Dede kabristanına gömüldü. Mezarı kitabesini de şakirdi ve dostu Kastamonulu şair Fevzi yazdı:

Beldemizin Çöğür şairlerinden aşıkı hoşgü Kemali babanın sengi mezarına:

Bia Arifü Edibin           Ömrü zevali buldu
İlanı mevteylleüb        Ahir Visali buldu
Hünkar Hacıbektaşın    Hasmürüdi idi
Serçeşmei rizadan       Feyzü zülali buldu
Bu şairi sühansaz        <Elfakru fahrin> sırrın
Virdi zeban ederdi       Nakdi visali buldu
Tarihi irtihalin             Yazdı muhibbi Fevzi
(Hak, Dost) deyüb de  Aşık Kemali buldu
1 Oğlu Hasan, babasından naklen, Kemalinin sarayda on sekiz gün kaldığını ve külliyetli bir bahşiş de almış olduğunu söylemektedir

Aşık KemalÎ
Dostum celaline razı ol gönül
Vardır bir celalin cemali derler
Cevrü cefa çekmek ne yaman müşkül
Çekenin nicolur ahvalı derler

Saf besaf halların bin canlar değer
Ey canların canı ey hüsnü Enver
Biraz dost kadrini vasfetsem eğer
Hayli meddah miskin KEMALΠderler

Kemali, Kastamonuludur Adı, Mustafa'dır Kemali mahlasını, saza başladıktan sonra almıştır

Babası, Cebrail mahallesinden mantar oğlu İbrahim idi Mustafa doğduğu zaman,babası Kastamonu Kalesi sipahilerinden bulunuyordu

Şimdi, tek bir bekçi kulübesi bulunan kalede, o zaman 20-30 ev vardı İşte Mustafa 1821 yılında bu evlerden birinde doğdu Ve 12 yaşına kadarda babasıyla beraber kalede kaldı

Küçük Mustafa,kalede otururken, her Kastamonulu gibi, dört yaşında dört aylık mektebe verildi Ve şimdi cumhuriyet ilk mektebi olan ve o zaman yarebci adını taşıyan mektebe devama başladı; Yarebci hocası Hamdinin babasından okudu Burayı bitirince medreseye devam etti Medriye medresesinde Müderris Hacı Ahmet den okudu

Sipahiliğin kaldırılmasından sonra, babası,sanatı olan bakırcılığa dönmüştü Mustafa, medreseyi ikmal etmedi; babasının yanına girdi, bakırcılığı öğrenmeye başladı Fakat babasının yanında pek az kaldı

O zamanları Kastamonu her taraftan gelen dertli, Emrah gibi usta ve diğer ikinci derecedeki saz şairlerinin gelip oturdukları, saza, söze çok meraklı bir muhitti Memlekette yetişen her delikanlı, bu şairlerin etkisi altında kalıyor, büyük şairlerin toplantılarına sahne olan Kastamonu da, her delikanlıda saz çalmak ve söylemek hevesi uyanıyordu Müstaid olanlar, istidalarını inkişaf ettiriyorlar, istidadı olmayanlarda beceremedikleri bu işten vazgeçmek zorunda kalıyorlardı

İşte Mustafa da bu Kastamonu delikanlılarından biriydi Memlekete her şair geldikçe, onları dinlemekten kendini men edemedi Bu sahadaki istidadı, onda sazı bırakmak değil, bilakis üstüne fazla düşmeyi icap ettirdi Babasının çok kızmasına rağmen, saza ve söze olan sevgisi sanatına galebe çaldı Daha 17-18 yaşındayken babasının mesleğini bıraktı; saz alemlerine karışmağa, saz omuzda mey ve mahbub alemlerinde dolaşmağa başladı

İlk zamanları, kendisi bir ustaya çırak verildi, o usta ile üç , dört ay birlik çaldı Az zaman içinde kendi kudretini, kendi inkişaf ettirdi ve ondan sonra usta çıktı En nihayet o da aşık oldu, aşıklar meclisinde yer aldı En sonunda da Kastamonu da ve Anadolu’nun pek çok tanınan ve sevilen aşıklar sırasına geçti Kemali mahlasını aldı Ömrünün sonuna kadar da aşık olarak kaldı

Aşık Kemali, Kastamonu da yalnız değildi Emrah’ın çıraklarından hemşerisi Meydani vardı Çok zaman beraber çaldılar ve bir çok seyahatlerini birlik yaptılar

Oğlunun anlattıklarına göre, Kemali, Anadolu’nun bir çok yerlerini dolaştı Bilhassa Çankırılılar Kemali yi çok seviyorlardı Bugün bile Çankırı da yaşamakta olan şiirleri vardır

Şair, Ankara, Konya, İzmir, Samsun ve diğer bir çok vilayetler ve havalilerinde seyahatler yaptı Oralarda pek çok saz şairiyle, bilhassa, Ispartalı Saydi, Zileli Kürt Ceyhuni, Gedayi, Çankırılı Nuri, Kayserili Rüştü ve diğer birçok saz şairiyle tanıştı ve onların muhitlerinde kendisini sevdirdi

Şair yedi, sekiz defada İstanbul’a gitti İki defasında Meydani ile birlikte gittiler İstanbul çok defa tavuk pazarında çaldı Bir defada Abdulazizin sünnet toplanan üçyüz aşık içine girdi ve orada seçilen birkaç şair arasında bulundu1

Şair, seyahatlerin den döndüğü zaman da Kastamonu da boş durmaz, gelen şairlerle olsun, yahut Meydani ile birlik olsun, tekke altında ve öteki kahvelerde saz çalmakla vaktini geçirirdi Oğlu Hasan, Emrah ile birlikte de çok saz çaldığını ve söz söylediğini anlatmaktadır

Kemali, Konyalı Yesarı baba ile de çok sevişirdi Hatta iki şair, diğerlerine nazirelerde yaparlardı

Şair, bir defa da, Vali Hamdi paşanın musırrane daveti üzerine Konya'ya gitti Hamdi paşa Kastamonu valisi iken Kemali yi çok severdiKendisi de şairdi Konya’ya gittikten sonra Kemali yi çağırdı ve altı ay kadar Konya dan Salı verdi

Konya da kaldığı müddetçe, kendisinden hoşlananlar , meram bağlarında şerefine pek çok mey be mahbub alemleri, saz ve söz eğlenceleri tertib ettiler

Kemali, bir defa da Kırşehir’e gitti Fakat orada, dedesinin bile tarikatı olan, babasının da bizzat inabe ettirdiği ve kendisinin de bir çok mersiyeler yazdığı Sadi tarikatını bıraktıVe

Kurban oldum, o meydane girince
Hayyal ebed buldum, ikrar verince
Kemali güşuma telkin edin ve,
Hacı Bektaşı Veli hünkara düştüm

Koşmasında da itiraf ettiği gibi Bektaşi oldu Ve bir daha onu bırakmadıYeni tarikatı ve piri hakkında bir çok mersiyeler yazdı Ve

Dönmeyiz ikrardan asla Kemali aşkile
Hacı Bektaşi Veli hünkardır, ararımız

Diyerek ölünceye kadar Bektaşi kaldı

Kemali fakir bir adamdı Serveti yoktu Babasının ocağını terk ettikten sonra, çok sevdiği (Çöğür) ünün yüzünden (ala külli hal) bulabildiği bir lokma ekmek ve bir kadeh mey ile ömrünü geçirdi Bütün hayatınca da fakir kaldı

Ülfet mi edef, ehli geda ile ganiler,
Anlar bu fena çifei dünyaya ilişdi

Sözleriyle de ifade ettiği gibi zenginlerin fakirlere karşı aldığı hodbinane tavırlara kızar onların ihtirasları hiç hoşuna gitmezdi Ve daima,

Göçüp namü nişandan varmıdır yopkluk devlet gibi

Sözleri ile fakir kalmayı tercih eder ve

Alemde Kemali hele bir şeye ilişmez,
Ta (bezmü elest) den beri mevlaya ilişti

Beyitlerinde söylediği gibi mütevekkil kaldı Yalınız sevdiği ve üzerine en çok düştüğü bir ihtirası vardı:
Mey ve mahbub

Bütün ömrünün devamınca bu iki şeyin arkasından koştuVe bu iki şeyi sayıkladı Mey ve mahbub bulduğu zaman ,kendisini dünyanın en neşeli ve en zengin adamların dan biri olarak görür,olmadığı zaman da dünyanın en kederli ve yaşamaktan usanmış bir adamı sayardı

Şu şiirler bunu çok güzel ifade etmektedir

Susamış laline canım efendim, mey ver ey saki
Gözetle nevbetin geldikçe, sun peymanı doldur ha!

Mey içüb, mahbub sevmektir Kemali adetin
Bu pazarda bundan özke kisbu karım yok menim

Bekleriz, nöbetimiz, badeyi sun dolu dolu
Teşneler, saki sana hem bu kadar bekle demez

Kastamonu’nun bu içli şairi,kendisine iyilik edenlere karşı hiçbir zaman hürmetten başka bir his taşımadı

Kendisinden çok iyilik gördüğü Vali Hamdi paşaya, Konya dayken şu medhiheyi yazmıştı

Terabhum sahibisin, hiç misalin yok bu dünyada
Yaz sürdüm mübarek hakipaya, bunda Konya'da
…………………………………………………
Anınçün vasfi şanın eylemek uşşakına elzem
Emekdarın, duacındır Kemali kemterin her dem
Veliyyü nimetin, devletlü sultanım efendimsin

Kemali gittiği her yerde hem saz hemde sözün güzelliğinden hemde iyi ahlaklı kanaatkar,alçak gönüllü olamasın dan büyük taktirler görüyordu

Edebi iktidarı hakkında söylenen sözlerden hoşlandığını

Her kim okusa, dinlese erbabı Kemali
Derler bu senin nazın ile eş’arama tahsin

Kalendarisi de göstermektedir

Kemali riyayı hiç sevmemiş, her zaman doğru özlü,doğru sözlü bir adam olarak kalmıştır Aynı zamanda kimse hakkında kötü fikir taşımaz, ve

Ne senden kimse incinsin, ne sen bir kimseden incin

Fehvasına göre hareket eder ve hiçbir kimseyi incitmemeğe çalışırdı Halim, selim, sakin ve Kamil bir insandı Bunu eserlerinde de görmek mümkündür Onun için neşrettiğimiz eserlerinde, münhasıran aşkdan, fakrdan, dem, mey ve muhabbetten başka şeylerden söz eden parçalara tesadüf olunmamıştır

Yalınız her mütasavvif şair gibi, Kemali de erbabına taş atmaktan ve bir parçacık olsun onların aleyhlerine söylemekten kendini alamamış ve tesiri altında kaldığı Derdli, Emrah gibi şairlerin yaptığı gibi onları (zahit, sofu) gibi tabirlerle küçük düşürmek istemiştir Fakat bir çok şairleri, hassaten Emrah ve Derdliyi telkin etmeye çalışan ulema, Kemaliye de ilişmişlerse de, ötekilerine yaptıklarının onda birini bile Kemaliye yapamamışlardır

Kemali, edebi meslek itibarile Emrah ve Derdliden müteessir olmuştur Aynı zamanda, Fuzuliyi, Nedimi ve diğer bir çok divan edebiyatı şairlerini de okumuş ve onlarında çok tesiri altında kalmıştır Meselâ Nedimin:

Mesti nazım kim büyüttü böyle bir perva seni
Mısrasıyla gazeline yazdığı:

Sevdi gönlüm aşk ile Kameti bala seni

Naziresiyle,

Fuzulinin:

Gözüm canım efendim, sevgilim devletlü sultanım

Diye biten gazeline:

Veliyyü nimetin, devletlü sultanım efendimsin

Mısrasıyla bitmekte olan gazeli,yarım bir tanzir bile olsa, buna açık misal olabilir
Yalnız sonraları girdiği Bektaşiliğin edebiyatından da mütessir olmuş ve bir çok nefes ve koşmalar yazmıştır

Kemali, oniki telli (çöğür) adı verilen bir saz çalardı Sesi Davudi idi ve çok güzeldi
Söylediği şiirlerin herhalde neşrettiklerimizden fazla olduğunu kati olarak tahmin ediyoruz

Kemalinin usta olduktan sonra, bir kısım aşıklara ustalık ettiği tahmin olunmaktadır Bil hassa Kastamonulu saz şairlerinin sonuncusu olduğu söylenen Fevzinin ustası idi Fevzi, kendisinden hayli feyz almış ve bilhassa tarih düşürmeği Kemali den öğrenmişti

Kemali hayatında bir defa evlenmiştir Biri kız biri erkek iki çocuğu olmuşturKızı ölmüştür, oğlu sağdır Hasan adındaki oğlu son zamanlara kadar eskicilik etmekte idiBugün yetmiş yaşında olduğu için evde, damadı İstanbullu terzi Nasıhın yanın da oturmaktadır

Kemali artık ihtiyarlamıştı Fakat gönlü her zaman gençti Yaşının altmış beşi geçmiş olmasına rağmen bir türlü seyahatlerden vazgeçmiyor ve mütemadiyen saz omuzda dolaşıyordu

O sırada Çankırı’ya göz açıcılar gelmiştiDostları Kemaliye (hep merak ediyoruz bir defada senin gözünü gösterelim) dediler

Göz açıcılar kemalinin de gözlerine baktılar Ve (dumanı kaldıracağız) diye zavallı şairin gözüne mil saldılar Fakat mil dumanı kaldıracağı halde bebeği örselediŞair büsbütün rahatsız oldu Ve bir müddet daha Çankırı da kaldıGün geçtikce gözü görmez olduVe büsbütün körleşti

Kemali, ihtiyarlığını ve seyahate tahammül edemeyeceğini anlayınca, Kastamonu da oturmağa karar verdi Kastamonu da sağ gözü de hastalandı Hekimlere gösterdiler ; ona da çare bulamadılar O da kapandı O sırada karısı da ölmüştüArtık iki gözden mahrum bir şekilde inziva köşesine çekildi, sazı ve sözü bıraktı; mey ve muhabbetten bahsetmez oldu

Fakat kendisini sevenler, maluliyet zamanında da Kemaliyi salıvermediler Hiç değilse evine kadar giderek zorla birkaç kadeh mey içirerek gözden mahrum şaire çaldırttılar, söylettiler ve dinlettiler

Şair böylece üç sene kadar evinde kaldı Ve nihayet ecelin pençesi onunda yakasına yapıştı Yetmiş bir yaşında olduğu halde 1892 yılında kara topraklara kadar götürdü

Kemali baba Kastamonu’nun şarkındaki Ahmed Dede kabristanına gömüldü Mezarı kitabesini de şakirdi ve dostu Kastamonulu şair Fevzi yazdı:

Beldemizin Çöğür şairlerinden aşıkı hoşgü Kemali babanın sengi mezarına:

Bia Arifü Edibin Ömrü zevali buldu
İlanı mevteylleüb Ahir Visali buldu
Hünkar Hacıbektaşın Hasmürüdi idi
Serçeşmei rizadan Feyzü zülali buldu
Bu şairi sühansaz <Elfakru fahrin> sırrın
Virdi zeban ederdi Nakdi visali buldu
Tarihi irtihalin Yazdı muhibbi Fevzi
(Hak, Dost) deyüb de Aşık Kemali buldu.

ÂŞIK MUSA MERDANOĞLU
Hayatı:
1939 yılında Sivas/Şarkışla İlçesi, Kaymak Köyünde doğdu. On dört yaşında yakın köylerden birinde gördüğü kızla ilgilenip, âşık olarak saz çalıp şiirler söylemeye başladı. Umutsuz bir aşk sonrasında Musa MERDANOĞLU (Âşık Musa) olarak şiirlerine yoğunlaştı.
Eski yazıyı da kursa giderek öğrenen MERDANOĞLU ilkokulu, köyünde okul bulunmaması sebebiyle dışarıdan bitirdi.

1958 yılında askere giden Âşık Musa, askerlik dönüşünde 1961 yılında TBMM’ne hizmetli olarak başladı. 1962 yılında evlendi. İki kız, dört erkek evlât sahibi oldu. Bu arada orta okulu da dışarıdan bitirdi.  Memurluk kadrosu ile 1994 yılında emekli olan Musa MERDANOĞLU otuz üç yıl TBMM’de hizmet etti.
Kötü gidişatı eleştiren, yanlışlıklara geçit vermeyen MERDANOĞLU, sırf bu sebeple işinde bir çok yere sürgün edildi. Buna rağmen doğru bildiğini söylemekten vazgeçmedi.

Âşığın köyünde açlık, sefalet, kavga, cahillik, buna bağlı kırgınlıklar, kıskançlıklar ve bunun sonucunda yoksulluk; arkasında kıtlık gelir. Kıtlık zamanında I. Cihan Savaşı’nda şehit düşen dedesi sebebiyle, ebesi(babaannesi) Göher’e bağlanan  “şehit maaşı”  Hızır gibi yetişir.
Annesi de kendisi gibi hazırlıksız (irticalen) hemen orada şiirler söyleyen bir kadındır. Bir gün, annesi ile gittikleri tarlada toplamış oldukları ekin destelerinin kuvvetli bir rüzgar tarafından savrulup dağıtılması talihsizliğinin üzerine MERDANOĞLU,  annesinin hemen orada şu şiiri söylediğini  aktarmaktadır: 

Hayatı  Hakkında Kendi İfadeleri:
“Sıcak bir yaz günü hayvanları otlatmak için dağda bulunduğu bir sırada hayvanlar otlayıp su başında suyunu içerken, suyun başında uyuyup kalır. Tam bu sırda yarı ayık yarı uyur halde, ak sakallı biri, yanında bir kızla Musa MERDANOĞLU’na görünür. Yaşlı adam: ‘Bana bak? Ne yatıyorsun? Senin aşık olduğun kızı sana getirdim. Bu kızı iyi tanı, al şu tastaki şerbeti de iç.’ der. Âşık itiraz eder ve kimseye âşık falan olmadığını söyler. Tam bu sırada yarı uykulu olduğu için kendini yattığı yerde bulunan su birikintisinin içinde bulur.
Korkudan hayvanları da dağda bırakarak köye doğru kaçar. Köye döndüğünde de dili tutulmuştur. Üç gün üç gece konuşamaz. Komşu köydeki Hamit hocaya giden babası ona bir muska yazdırır. Hocanın teşhisini: “Ona peri yeli dokunmuş”. koyar.  Âşığın sonradan yaptığı kendi teşhisi de: “Hayâlen âşık olduğu kızın aşkının tesirindendir.”

Okuma yazması olmayan, “Ümmi âşık”, delikanlı Musa MERDANOĞLU, sonradan bu engeli de aşarak ortaokula kadar dışarıdan bitirip diploma alır.

Şairin hayatı mücadeleler ve yorgunluklar içinde geçer. Yazdığı şiirleri kıskananlar olduğu gibi, zülfi yare dokunduğu için kendisini evinde bile telefonla tehdit edebilecek kadar işi ileri götüren, kendini bilmezler, yine telefonla, ağza alınmayacak küfürler ederek MERDANOĞLU’nu sindirmeğe çalışırlar.  MERDANOĞLU bunların hiç birine boyun eğmez. Hakk bellediği yolda tek başına da olsa gitmeğe kararlıdır.
Çalıştığı kurumda üç kez, en olmaz yerlere sürülür. Hak ettiği kadrosu bir türlü verilmez. “Mert doğduk mert öleceğiz; ölsek de kuyruğuz dik gidecek”  ilkesiyle hareket eden Anadolu’nun bu mert delikanlısını acılar, ıstıraplar asla yıldıramaz.

Mecliste çalıştığı yıllarda Atatürk ve ilkelerini kendine prensip edinen Âşık MERDANOĞLU, bozuk düzenin gidişine şiirleriyle dur demek için, halkın sesi ve yüreği olmak ister. Taşlamalarla halkının hislerine tercüman olur. Onların içinde bulundukları çıkmazı ve çaresizliği dile getirirken meclisteki vurdumduymaz, millete sırtını dönen, bankaları hortumlayan, yağcılara arka çıkan, adam kayıran, oy zamanı el etek öpen, ve meclise geldikten sonra milletin fertlerini azarlayan, aşağılayan vekilleri, bürokratları yerden yere çalar. Çekinmeden korkusuzca eleştirir. Hatta bu yüzden MERDANOĞLU’nun sesini kısmak isteyen mebuslar dahi çıkar. MERDANOĞLU’nu yanlarına çağırarak: “Bizi eleştirmekten vazgeç. Kes sesini.”  gibi laflar ederek göz dağı verir tehdit ederler. MERDANOĞLU’nu meclisin en ağır işlerine sürerler; ama o bu işte halkın sesi, gözü, kulağı ve hislerinin tercümanı olmaya karar vermiştir. Asla yolundan dönmez.
Hak etmedikleri halde, kanundan kaçarak, haksızlık sonucu mahkemeye düşmüş; ama meclise girerek dokunulmazlık zırhına bürünerek yasalardaki cezalardan kurtulmuş, bir kısmı yolsuzluk yapmış, usulsüz kıredilerle bankaları boşaltmış, bir kısmı siyaset mahkumu, bölücü, terörle beslenen, hain Atatürk düşmanı, velhasıl Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun kaçaklarının, vatan bölücülerinin korunma, sığınma evi haline gelince, MERDANOĞLU’da şiirlerini bu ve bunlar gibi haksızlık yapanların suratına tokat gibi indirir. Tepesine, balyoz gibi inmekten asla çekinmez:

GEL DE GÖR
Şikâyetim sana önder, Atatürk,
Vatandaşı eziyorlar gel de gör.
Kurduğun düzeni, güzel planı,
Utanmadan bozuyorlar gel de gör.

Sanki aslan olmuş sinsi kediler,
Kemik kaldı, etimizi yediler,
Konuşmak istedim: “Sen, sus!” dediler.
Doğru söze kızıyorlar, gel de gör.

Kimi sömürücü, kimi aracı,
Bu milletten nasıl yerler haracı,
Pahalılık aştı gitti barajı,
Derimizi yüzüyorlar, gel de gör.

Yasa yapan, yasalara uymuyor,
Vatandaş perişan, kimse duymuyor.
Yavrularım gıda alıp, doymuyor,
Her gün, beni üzüyorlar gel de gör

Şu MERDANOĞLU’nun, bitmiyor derdi
Haksızlar, hırsızlar soyuyor yurdu,
Seni sevmeyenler meclise girdi,
Günden güne azıyorlar gel de gör.

Mecliste bulunmak elbette bir ayrıcalıktır; çünkü meclisin kulağı deliktir. Yani burada barınan burada olan, buraya gelen on binlerce insanı tanıma, onların sıkıntılarını paylaşma, onların dertlerini görme ve bizzat ağızlarından dinleme fırsatı bulur. Ayrıca burada dönen her türdeki oyunlar, normal akıl sahipleri tarafından sezilemez; ama durum, orada çalışanlar tarafından hemen duyulur. Bunlar ise çoğu zaman, gizlilik içerisinde taşraya yansımaz.
Yazılan dilekçeler, kentli, ilçeli, köylü vatandaşların vekillerden istekleri, torpil için ellerine tutuşturulan hamili kartları görürler. Yağcıların, para babalarının, ağaların, bukelemunların, fırıldakların ve onlar gibilerin içeride ve dışarıda çevirdikleri “Ali Cengiz Oyunları”  sezerler. Vekilleri bu oyunlarına alet etmek isteyen fırsatçılar ve çıkar şahıslarını bu çerçeveden ayan beyan görmek, hiç olmazsa haberdar olmak fırsatı burada yakalanır.

İşte bunun içindir ki burada çalışanların özenle seçilmesi, geçmişi ince elekten tel süzgeçten geçirilmesi gereken bir durumdur. Bununla birlikte hiç de öyle olmadığı, hapisten çıkan kanunsuz kişilerin vatan bölücülerinin ve kanuna muhalefet edenlerin, anayasanın boşluğundan istifa ederek kazanç sağlayanların, vergi kaçıranların, devlet görevi esnasında usulsüzlük yaparak TC.Kanunlarınca  cezaya çarptırılıp hapis yatacakken, dokunulmazlık zırhına girmek için millet vekili olduklarını düşünürsek Musa MERDANOĞLU’ gibi adalet sever, mert, dürüst şairlerin bunları dile getirmesi, vekillerinin nasıl bir insan olduklarını bildirmesi, halkı kimleri seçtikleri konusunda uyarması ve haklı olarak bunları taşlamasını, yapılan haksızlıkları şiirleriyle açığa çıkararak haykırmasını alkışlamak gerekir:    

OLDUKÇA
Ne derdimiz biter ne de gam biter,
Haksıza, zalime uyan oldukça,
Ne bütçe düzelir ne de zam biter,
Milleti sömüren, soyan oldukça.   

Cahiller sözümden hisse alamaz.
Her millet böyle bir vatan bulamaz,
Bu gidişle hazinemiz dolamazsa,
Fuzûli masraflar, ziyan olmazsa.

Aydın olan gerçekleri görmeli,
Haksızları bu vatandan sürmeli,
Vatandaşlar hemen ceza vermeli,
Bizi per perişan koyan oldukça.

Vatanıma bağlamışım özümü,
Ben bu yolda çalıyorum sazımı,
Açık açık söylüyorum sözümü,
Belki kızacaklar, duyan olmazsa

Saygım vardır gerçek Anayasa’ya,
Hırsızlardan bekçi olmaz kasaya,
“Kes sesini!” diye ÂŞIK MUSA’ya,
Nefret ediyorum kızan oldukça.

Pahalılık almış yürümüş, maaşlar işçiye, memura yetmez olmuş.  Bir yavan ekmeği eve götürmek için elde avuçta para kalmamıştır. Hükümetler, halkın derdiyle uğraşmak yerine kendi çıkarları ile meşguldur. Vekiller, vekil maaşlarının artırılmasıyla meşgulken, köylünün derdini, halkın derdini, sesini, çığlığını bir bir haykıracak yiğit, mert kişilerin her devirde çıktığı gibi, Musa MERDANOĞLU ‘da bu zamanda çıkar. Halkın gözü, kulağı, sesi, haykırışı çığlığı olur ve bu haksızlığa haykırır:

PAHALILIK
Pahalılık günden güne artıyor.
Yavan ekmek yiyelim mi ne dersin?
Çoluk çocuk yakamızdan yırtıyor,
O da insan dövelim mi ne dersin?

Aylar geçer yavrularım et görmez.
Canı ister yarım bardak süt görmez,
Diyorlar ki besin alan dert görmez,
Ot kökünü gevelim mi ne dersin?

Pazara giderim boş döner filem,
Nasıl geçinelim, söyle ki bilem,
Haksızlar elinde bitmiyor çilem,
Sömürene sövelim mi ne dersin?

Çok acırım geçen ömrüm çağına,
Hasret kaldık kokmuş Vita Yağı’na,
Bir ev yaptım Ankara’nın dağına,
Gecekondu, satalım mı ne dersin?

Bir gün zengin olurum ya ömrüm yok,
Yavrularım ekmek ister hamur yok,
Kış geliyor, odun yoktur, kömür yok,
Soğuklardan ölelim mi ne dersin?

Benim gibi nice vatandaşa bak,
Geçim zordur, gözümüzde yaşa bak,
Yediğimiz yağsız, tuzsuz aşa bak,
Bu düzeni övelim mi ne dersin?

Parça parça elimizin yarığı,
Gelir taşlar, sömürücü çalığı,
AŞIK MUSA’m köye koydum çarığı,
Geri gidip giyelim mi ne dersin?

VAH VAH!
Dert çoğaldı hangisini söyleyim?
Tuz biber döktüler yaraya, vah vah!
Adalet kalmadı, huzur bozuldu,
Çoğu tamah etti paraya, vah vah!

Haksızlar makama geçti bu zaman,
Ezilen, ezeni seçti bu zaman,
Dost olan dostundan kaçtı bu zaman,
Fitne fesat girdi araya, vah vah!

Kulun hakkı başka kula kalamaz,
Cahiller bu sözden mânâ alamaz,
Fakir halkım, gecekondu bulamaz,
Zenginler oturdu, saraya, vah vah!

Adaletsiz iş yapanlar bitmiyor,
Vurguncular üstümüzden gitmiyor,
Kazancımız ev halkına yetmiyor,
Girdik kuyruklara, sıraya vah vah!

MERDANOĞLU, sazda teli şaşırdı,
Arılar petekte balı şaşırdı,
Kaptanlar denizde yolu şaşırdı,
Gemiler oturdu karaya, vah vah!

Halkının dertlerini görür, hallerine acır. Yönetenlerin duyarsızlığına üzülür. Halkının insanlarının hislerinin tercümanı olur. Hiçbir yerden ve kimseden çekinmeden, açıktan taşlamalarda bulunur. Meclisi, vekilleri, yönetenleri hem de yüz yüze olduğu bir sırada gözünü kırpmadan eleştirir.

DEVRAN SİZİNDİR
İşçim, köylüm per perişan çalışan,
Yatın beyler yatın, devran sizindir.
Vatandaşlar hazır etsin lokmayı,
Yutun beyler yutun, devran sizindir.

Hiç bakmayın aşsız işsiz kalana,
Devam edin vurgunlara talana,
Ne de olsa alıştınız yalana,
Satın beyler satın, devran sizindir.

Kimi çiftlik kurmuş, kimisi yalı,
Boynunuza binsin halkın vebali
Biz ekmek derdinde, siz yağla balı,
Katın beyler katın, devran sizindir.

Azdırdınız derman  bulmuş yarayı,
Dikkat edin iyi dinlen burayı
Cebinize tomar tomar parayı,
Atın beyler atın, devran sizindir.

Fakir halkı düşürdünüz tasaya,
Saygınız yok mudur Anayasa’ya?
“Kes sesini diye” ÂŞIK MUSA’ya,
Çatın beyler, çatın devran sizindir.

Milletin Meclisi, vekillerin alınıp satıldığı, yüksek paralar ile vekillerin pazarlandığı, o partiden bu partiye geçişler, meclis başkanının aylar geçmiş olmasına rağmen seçilememesi Âşık Musa MERDANOĞLU’nu iyiden iyiye kızdırır: “ Beyler Hey!” , “Çoğaldı”, “Gibi”, “Duydun  mu?”, “Kaldı”, “Benziyor”, “Vekil Bey”, “Var”, “Çıkarcılar, Haksızlar”, “İnsan Haklarını Çiğneyenlere”, “İntizar”, “Olur”, koşmalarıyla vekilleri, meclis çalışanlarını, işi gücü bırakmış üç kağıtçıları, dalkavukları, bukalemun kılıklıları, zamlar öncesinde dopolarına yığınak yapan stokçuları, fakir halk soyguncularını, yalancıları, azgın kulları, töreyi bozanları, vatandaşı birbirine düşürenleri, sağ sol diye bölenleri halka şikayet için taşlamalar yazar, sert bir dille uyarır.
Milletin vekillerini Allah’a, Peygambere, dört büyük halifeye, Hz. Hasan ve Hüseyin’e, Pîr Sultan Abdâl, Hacı Bektaşi Velî, Yunus Emre, Mevlânâ, Atatürk’e, orduya, millete, vatandaşlara şikayet eder. Halkımızı uyarır, halkı birlik ve beraberliğe, bu ve bunlar gibiler karşısında bütünleşmeye davet eder. Seçeceği vekilleri iyi bilmesi ve doğru, dürüst, iyi insanları meclise göndermesi için uyarır. Aydınları, aklı yetenleri, duyarlı vatandaşları memleketteki olan bitenler karşısında ses çıkarmaya, bunların sonlandırılması konusunda birleşmek için yardıma çağırır.

BAŞLADI
Bazı eşe dosta haber yazarken,
Elim kolum tutulmaya başladı
Yalancıya, sahtekara kızarken,
Doğru sözüm batılmaya başlandı.

Yemin içti, geri bozdu dönekler,
Arıya benzedi, kara sinekler,
Siyaset yerinde, bazı inekler,
Sağda solda, sayılmaya başladı.

Maymun dama çıktı, köpek hırladı,
Ayılar oynadı, eşek zırladı,
Yavru aslan, yatağında zorladı,
Kaşı gözü, çatılmaya başladı.

Meydanı boş sandı, sinsi kediler,
Daha önce yavruları, yediler,
“Bize niçin şiir yazdın?”  dediler.
Üzerime, atılmaya başladı.

MERDANOĞLU, konuş yerli yerince,
Saklamaz her sözü, aklı erince,
Bazıları bu şiiri görünce,
Güle güle katılmaya başladı…

GİBİ
Çıkarcılar birbirine girdiler,
Saldıranlar, hayvan sürüsü gibi,
Yüzlerine kara leke sürdüler,
Tarihte şerefsiz birisi gibi.

Milletin hakkını yedi, yuttular,
Fakir fukaraya, kazık attılar,
Yedi içti, yan gelerek yattılar,
Dağdaki, domuzun irisi gibi.

Aylardır, yıllardır kavga bitmedi,
Bu nasıl iş ise, aklım yetmedi?
Hiç kimse, suçunu kabul etmedi,
Dövüştüler, sokak karısı gibi.

Alışmışlar, meydanlara çıkmaya,
Nefret ettim yüzlerine bakmaya,
Seni bana, beni sana takmaya,
Dağılırlar, eşek arısı gibi.

MERDANOĞLU, çoktur bana kızanlar,
Onlara benzedi, bazı ozanlar,
Hani nerde, deyiş, türkü yazanlar?
Bozuldular, şeytan perisi gibi…

Tabii bu şiirden sonra, Âşık Musa MERDANOĞLU da sürülür. Sonunda emekliliği dolmuştur.  Devlete ve millete, alnı açık yüzü ak bir şekilde, şanla ve şerefle hizmet etmenin gönül huzuru içerisinde görevinden emekli olur.
Şiir yazmaya ise devam eder. Başkentte İLESAM’ın (İlim ve Edebiyat Eserleri Meslek Birliği) müdaimlerinden olan Âşık Musa MERDANOĞLU, İLESAM’ın her hafta sonu Cumartesi saat 15.00’da yapılan etkinliklerinde yeni yazdığı ve zamanın durumlarını yansıtan, halkını uyarıp, aydınlatan şiirlerini dinleyenlere sunmaktan büyük mutluluk duymaktadır.

Edebî Şahsiyeti:
Şiirlerindeki konuların çeşitliliğine bakıldığında şairi çok yönlü, sosyal bir kişilik olarak belirtmek yerinde olur:
Bağımsızlık, Adalet, Vatan, Pahalılık, Devrin Bozuk Düzeni, Siyaset, Öğretmenlik, Gerçek Önderler, Cumhuriyet, Türk Kurtuluş Savaşı, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Samsun’a Çıkış, 30 Ağustos, 23 Nisan, 29 EKİM, Dostluk, Barış, Halka Kurşun Sıkanlar, Birlik Beraberlik, Köylü, Şehirli Halk, Bayramlar, Meclisin Durumu, Vekiller, Haksızlar ve Çıkarcılar, Halkının Çileli Hayatı, Köy Hayatı, Deprem Acısı, Mertlik, Dürüstlük, Gençlere Öğüt, Okuma, Tahsil Etme, Temiz Toplum, İkilikler, Ana Baba, Vefa, Dostluk, Hoşgörü, Gönül, Sevda, Müslümanlık, Türklük, Atatürk, Nasrettin Hoca, Aşık Veysel, Seyranî, Hüdaî, Kul Kemal, Âşık Kul Muhibbî, Âşık Müslüm, Seyranî, Özverî, Yazıcıoğlu, Didârî, Şahinî, Hülya YILDIRIM, Fevzi Şahin(Dermanî), Mustafa Kamışlı(Gündemî), Hüseyin Çırakman, Âşık REYHANÎ, Mahmut ERDAL, Eminî, Halil Kaymak, Düzgün Hanım(Teberik), Ali İhsan TUNCALI, Sakine IŞIK(Sakinî), Murat ÇOBANOĞLU, Ahmet Kartalkanat(Kul Ahmet), Ozan Hüseyin GÜRSOY, Ali Şıh DEDE, Ayten ÇINAR(GÜLÇINAR), Âşık Hasan YÜZBAŞIOĞLU, Servet YILDIRIM(Emanetî), Sefil Selimî, Âşık Halil ÇİMEN(Boranî), Servet YILDIRIM, Hikmet KARACA, Yüksel KILIÇ, Âşık Musa, Âşık Ali Demirpençe, Mazlum Berrakî, Âşık Kemal Derviş Özcan, Satılmış GÜMÜŞBOĞA, Murtaza AKBAŞ,  Şarkışla, Hz.Muhammet Mustafa, Hz.Ali, Hz.Hasan, Hz.Hüseyin, ve Diğer İmamlar, Hacı Bektaşî Veli, Pir Sultan Abdâl, Alevîlik, Sunnîlik gibi konular ve edebiyat şahsiyetleri şiirlerinin konularından sadece bir kaçıdır.  

Şiirlerinin tamamında, parmak hesabı da denen millî ölçümüz, hece ölçüsü kullanılmıştır. Şiirlerinde yedili, sekizli ve on birli hece ölçüsünü kullanan şair şirlerinin mısra kuruluşlarını başarı ile  işlemiştir. Halk Aşık edebiyetının mükemmelci özelliğini MMERDANOĞLU’nde görmek mümkündür.
Halk şairi olması ve şiirlerini sazla ve irticalen hemen orada söylemesi, şiir kabiliyetinin yüksekliğini ortaya koymaktadır. Şiirlerinde genellikle hece veznini on birli kalıplarını kullanmıştır. Kafiye bakımından sağlamdır. Şair kafiye bulmakta zorlanmaz.

Aşık edebiyatının bir özelliği olan yarım kafiye esas tutulmuştur. Redifler şiirlerini bütünleştiren en önemli özelliklerdir. Şiirleri söz sanatlarıyla yüklü tumturaklı, anlaşılması zor şiirlerden değildir. Anlaşılır, sade halk dili, arı, saf Türkçe ile yazılmıştır. Halk dil ve söyleyişinin kullanılması şiirlerini okuyanların, âşığı anlamasını  kolaylaştırmaktadır. Ağdalı olmayan ve sanat yapma amacı taşımayan Musa MERDANOĞLU, şiirlerini duyup düşündüğü, gördüğü, yaşadığı, gözlemlediği, hissettiği ve zamanın ve olayların şairi etkilediği  konulardan almıştır.
Şiirlerinde, ÂŞIK Musa, ÂŞIK Musa MERDANOĞLU, MERDANOĞLU, Musa MERDANOĞLU mahlsalarını kullanmaktadır.

Şair haksızlıklara, yolsuzluklara, adaletsizliklere, yalana, dolana, soyguna, iftiraya, dalkavukluğa karşı olup, bu musibetlere meydan okumuştur. Yiğitçe, mertçe, korkusuzca karşı çıktığı ve çoğunun çekinerek dahi yapamayacağı hareketleri, ve iğneli kılıçtan keskin, balyozdan ağır sözleri bürokratların yüzüne karşı hem de devletin bir memuru ola ola korkmadan, haykırmıştır.

Âşığın Aldığı Ödüller:
On yedi altın, yedi gümüş,  yirmi beş pilâket(plaket), sayısız belge ile on iki birincilik, on iki ikincilik, iki üçüncülük ödülüne layık görüldü. Kültür Bakanlığı ile bir çok Valilikten aldığı ödüllerin yanında araştırmacı yazar ve şairler tarafından yayınlanan yirmi üç (23) kitapta şiirlerine yer verilmiş, hakkında görüş belirtilmiştir.

Şairden Kitabını İstemek İçin  Adres:
Vedat Dalokay Caddesi, Numara 84/5 Küçükesat/Ankara,
Tel. 0312 436 91 27, Cep: 0536 337 61 22 numaralı telefonlardan haberleşerek temin edebilirler.

Şiirlerinden Örnekler:
ATATÜRK’E ŞİKÂYET
Çoğaldı derdimiz, azdı yaramız,
Saran yoktur, nerde kaldın Atatürk?
Cumhuriyet düşmanları çoğaldı,
Gören yoktur, nerde kaldın Atatürk?

Gel de gör, bu halkın ahu zarını,
Seçmenler yitirmiş mebuslarını,
Sorumsuz kafanın boynuzlarını,
Kıran yoktur, nerde kaldın Atatürk?

Hırsızlar çoğaldı, zalim çoğaldı,
Saldıran çoğaldı, zulüm çoğaldı,
Anarşi çoğaldı, ölüm çoğaldı,
Duran yoktur, nerde kaldın Atatürk?

Fakir halkım, yağ bulamaz aşına,
Bakan yoktur, gözümüzün yaşına,
Sömürücü stokçunun başına,
Vuran yoktur, nerde kaldın Atatürk?

MERDANOĞLU, düşünürüm milleti,
Başımızdan atamadık illeti,
Doğru söyleyene değer kıymeti,
Veren yoktur, nerde kaldın Atatürk?

BARIŞ NE GÜZEL
Bütün insanlara sesleniyorum,
Cihanda sulh, yurtta barış ne güzel,
Herkes birbirine saygı duymalı,
Bu sevgi, bu saygı, görüş ne güzel.

Hep bütün gönüller sevgiyle dolsa,
Adaletli sistem, eşit hak olsa,
Kavganın yerini hoşgörü alsa,
Böyle bir karara varış ne güzel.

Cehalet yerine ilim aşlansa,
Adaletsiz iş yapanlar taşlansa,
Her taraftan kalkınmaya başlansa,
Böylesi hareket, yarış ne güzel

Vurup birbirini öldürmeseler,
Haksızlar, haklıya saldırmasalar,
Dünyayı nefretle doldurmasalar,
İnsanca yaşamak, duruş ne güzel.

Gelecek nesile örnek olunsa,
Ölüp gidenlerden ibret alınsa,
Bir çok zorluklara çözüm bulunsa,
O zaman, olmaz mı her iş ne güzel?

MERDANOĞLU, herkes tutsa sözünü,
Anlaşa anlaşa bulsak çözümü,
Gülüp oynayarak çalsam sazımı,
İnsanlığa hizmet veriş ne güzel.

HALKIMIZA ÇAĞRI
Hepimiz vatanın öz evlâdıyız,
Nedir, bu ayrılık, görüş kardeşim?
Aydın insan kabul etmez bu işi,
Olmaz silah, bıçak, vuruş kardeşim.

Bu güzel yurdumda insanca yaşa,
Düşmanın  sözüne kanmayın boşa,
Sonunda kafanı vurursun taşa,
Yapma böyle, kötü yarış kardeşim.

Her gün kan ağlıyor gözüm gençlere,
Söylesem geçmiyor, sözüm gençlere,
Kim zehir veriyor bizim gençlere,
Düşmanından oluyor her iş kardeşim.

MERDANOĞLU, ne söylüyor duyunuz,
Aynı millet, aynı kökten soyunuz,
Atamızın sözlerine uyunuz,
Cihanda sulh, yurtta barış kardeşim.

DUYDUN MU?
Vatandaş size haber yazayım,
Vazifede yatanları duydun mu?
Sağ sol diye vatandaşı böldüler,
Bir birine katanları duydun mu?

Kalemi yazmıyor yazanların da,
Yok mudur bu vatan nazarlarında?
Ankara’nın Meclis pazarlarında,
Mebus alıp satanları duydun mu?

Hani fabrikalar, hani planlar?
Suya düştü aslı çıkmaz yalanlar,
Görünüşte has Müslüman olanlar,
Diken gibi batanları duydun mu?

Ağlayanlar gülecekti hani ya?
Yolu, suyu gelecekti hani ya?
Pahalılık ölecekti hani ya?
Palavrayı atanları duydun mu?

Derdim çoktur, ah çekerim derinden!
Güvencem yok, bugünümden yarından,
Tükürdüğü tükrükleri yerinden,
Yalayıp da yutanları duydun mu?

Giden çoktur Ata’mızın  yoluna,
Acıyan yok, bu milletin haline,
Atatürkçü Musa MERDANOĞLU’na,
Kızanlar var, çatanları duydun mu?

ÂŞIK HÜSEYİN SALMAN(HANÇERÎ)
12.12.1960 yılında Elazığ'da doğdum.Evli 3 çocuk babasıyım.ilk-orta ve liseyi Elazığ'da okudum.1979 yılında Üniversiteyi kazandığım halde o günkü şartlarda okulumu yarıda bırakarak askere gittim.1981 yılında Emniyet Teşkilatına Polis memuru olarak başladım.1987-1988 yılında Üniversiteyi bitirdim.1993 yılında bazı nedenlerden dolayı çok sevdiğim teşkilattan ayrılıp başka bir kuruma atandım. halen bu kuruluşta idareci olarak görev yapmaktayım.
Şiire merakım 14 yaşlarında başladı.mesleki faaliyetlerimin yanısıra sporun her türlüsüne ilgi duymakta fırsat buldukça da şiir yazmaktayım.sekizyüz şiirim olmasına rağmen,imkansızlıklar nedeniyle bir kitap bastırıp yayınlayamadım.ancak; 'Tutkuma Ecel ol Kader desinler' ve 'Suskunluk Dudağında Kördüğüm Olmasın' başlıklı şiir kitabı çıkartmak için çalışmalarım devam etmektedir.Şiiristan yürüğen merdiven, İlesam ve son olarak antoloji.com da şiirlerim yayınlanmaktadır.Şu bir gerçek ki; mazimin izlerini taşımayan hiç bir sevda şiirim yok gibidir.
Hayatı olduğu gibi kabul eden, duygusal, duygusal olduğu kadar haksızlığa boyun eğmeden, hakkın ve haklının yanında yer alan, açık sözlü bir kişiliğe sahibimdir diyor, satırlarımı şu şiirimle noktalıyorum.
MERHABA
Muhabbetini özlediğim tatlı dillere,
Gönül dostu dediğim yüce gönüllere,
Bizleri okuyup, bizleri dinleyenlere,
Canı gönülden Merhaba...
Şiiri sevip, ben şairim diyenlere,
İnsanlık için acı şerbeti içenlere,
Bir eser, bir hatıra bırakıp gidenlere,
Canı gönülden Merhaba...
Bizimle ağlayıp, bizimle gülenlere,
Kardeşim deyip bir selam verenlere,
Ruhunda birikmiş nefret lekesini silenlere,
Canı gönülden Merhaba...
Gönüllere dostluk bayrağını çekenlere,
Tatlı dilleriyle kötülük ateşini söndürenlere,
Ruhunda esen düşmanlık fitnesini söndürenlere,
Canı gönülden Merhaba...
-
Kimler geldi neler neler istediler,
Hepsi de bu dünyayı bırakıp gittiler,
Sen ölmeyeceğini mi zannediyorsun?
İşte o Gidenlerde senin gibiydiler...(Anonim)
saygılarımla.Hüseyin SALMAN

AŞK HANÇERİ
Can vardı kan vardı bedende,
Alev alev yanıyordum gidende,
Yüreğime saplandı aşk hançeri…
Yazardım, şair oldum sayende.


Kalem düşmez oldu elimden,
Her nefeste sen çıkarsın dilimden,
Yüreğime saplandı aşk hançeri…
Boğuluyorum kurtar beni bu ipten.

Huyum değişti her şeye kızıyorum,
Dalıp dalıp öfkeyle sızıyorum,
Yüreğime saplandı aşk hançeri…
Gölgemden bile hep kaçıyorum.

Sen böyle değildin, ne oldu diyorlar,
Sükut ediyorum, onlarda susuyorlar,
Yüreğime saplandı aşk hançeri…
Hiddetimi! Gözlerim de buluyorlar.

Üzülüyorum bazen, kendi kendime,
Akbabalar uçuyor konmak için leşime,
Yüreğime saplandı aşk hançeri…
Bir bilsen kimler düşmedi ki peşime.

Saatlerce, günlerce düşünüyorum,
Divane olmuşum kendimle konuşuyorum,
Yüreğime saplandı aşk hançeri…
Toprağın bol olsun canım ruhunla dolaşıyorum.

Hasretini hapsettim merhaba ile elveda arasına,
Her gün olmasa da bakıyorum ölüm aynasına,
Adın bende saklı, yüreğimdeki aşk hançeri...
Dualarımdadır ümitlerim, fatihalar avuçlarımda.

AĞLADIK
Geçip gidiyor ömür, eğrisiyle, doğrusuyla
Uçup gitti seneler, biz nelere ağladık...
45 yılın hikayesi bir tek satırsa
Yürekten gelen sesi,dile söyletemeden ağladık.
Bir gölge gibi yürüdü hüzün arkamızda
İzbeli yollara düştük de ağladık..
Hesap kitap yoktur atılan adımlarımızda,
Vuslat kimedir bilmem ki; biz ağladığımıza ağladık.
Her gün yutkunuyoruz, bakıp bakıp aynalara
Gerçekler ortada iken, biz hayellerimize ağladık..
Kim kondurdu ki akları; simsiyah bu saçlara
Biz baharı yaşayamadan, kışlara ağladık..

AHDE VEFAN BU MU?
Sevgimde zaaf aradın,
Bakışlarınla hep sınadın,
Sana dostum demiştim.
Ahde vefan bu mu?

Herkes gibi ben de sevdim,
Derdini ben derdim bildim,
Niçin sevgimi yetim koydun.
Ahde vefan bu mu?

Tutunca ellerini yüzün gülerdi,
Söyleyemediğini gözlerin söylerdi,
Şimdi bir taş olmuş yüreğim...
Ahde vefan bu mu?

Seni kalbime şah yaparken bile,
Umurumda değildi düşsem de dile.
Seher vakti sordum seni bülbüle.
Ahde vefan bu mu?

Yazarken bile ateş yüreğimde.
Bir masumiyet vardı sevgimde,
Şu sağır gecenin bu sessizliğinde,
Ahde vefan bu mu?

İşte tufan sonrası suskun bir gece,
Kahır dolu sözlerimde ağlıyor hece,
Aşk dediğin çözülmeyen bilmece.
Ahde vefan bu mu?

Çığ düşürdün tel tel olmuş saçlarıma,
Gelirsin diye sakladım seni uykularıma,
Şafağın tekmeleri inerken duygularıma.
Ahde vefan bu mu?

O büyülü gülüşün kâbusum olmuş,
Gözlerinin tapusunu alsam ne olurmuş.
Zamana direnmek hayalmiş, boşmuş
Ahde vefan bu mu?

Çaresiz derdin çaresi yok nafile.
Sensiz bir an duramazsam bile,
Kul olmalı kul, sadece Allah'a köle.
Ahde vefan bu mu?

ANA
Beni Dokuz ay bedeninde taşıyan,
Tertemiz sütüyle beni doyuran,
Gecesini gündüzünü yavrusuna adayan,
Hakkın ödenmez. ödenmez ana
Ne yazsam ne söylesem az sana..
Bugün analar günü, yoksam yanında,
Biliyorum sevgimi taşıyorsun canında,
Sanma unuttum! dolaşıyorsun kanımda,
Hakkın ödenmez, ödenmez ana
Ne yazsam, ne söylesem az sana..
Kol kanat gerdin, büyüttün asker ettin,
Zamanımıydı ana, zamansız gittin,
Taş basıyorum taş, bu yüreğimi erittin,
Hakkın ödenmez, ödenmez ana
Ne yazsam, ne söylesem az sana..
Askerler sıraya girmiş,telefonu gelen seviniyor,
Bir bilsen bu yavrun yokluğuna nasıl direniyor,
Kolum kanadım kırılmış,içim...içim eziliyor,
Hakkın ödenmez, ödenmez ana
Ne yazsam, ne söylesem az sana..

BEN BUYUM
Saklanır acılar gömülür maziye,
Çileleri yazsam sığmaz bu dizeye,
Benden başka kim bilir neler çektiğimi,
Ne yıldızlar kadar olabildim parlak,
Ne de onlar kadar olamadım uzak...

Gözümde akar, akar da hicran damlası,
Her zaman içimdesin sen, kalbimin ince yarası,
Bu dünya çaresizlikten solanların dünyası,
Ne çiçekler kadar güzel olabildim,
Ne de solmadan sana gelebildim...

Solmayan tek şey, tapteze ruhum,
Aç kalbinin kapısını!
Kabul etsen de, etmesen de ben buyum...

BAŞKA
Tarumar olmuş saçlarım,
Akmıyor ki hiç göz yaşlarım,
Barikatlıdır yollarım,
Neyledim ben, Neyledim?
Bir güzeli sevmekten başka…

Yaralıdır şu yüreğim,
Hançer taşır küreğim,

Bu kahırla nasıl güleyim.
Neyledim ben. Neyledim?
Sevdamı sevmekten başka…

Ellerim titrek, gözlerim yorgun,
Bu genç yaşta yüzüm solgun,
Ölümden yoktur benim korkum.
Neyledim ben, Neyledim?
Hep sevgime yanmaktan başka…

Acı çektim, hep ızdırap gördüm,
Zaten umutlarımı toprağa gömdüm,
Ne geçmişime, ne geleceğime sövdüm.
Neyledim, şükürden başka Neyledim?
Bu yüce aşka bedel ödemekten başka…

Alın yazımdır dedim, razı oldum,
Sevdamı aradım, sevdamla yoruldum,
Kah güldüm, kah sessizce soldum.
Neyledim kader, ben neyledim?
Bu tertemiz maziye ağlamaktan başka…

Gündüz yandım, gece yandım,
Güller içerisinde dikenli daldım,
Bu hayatı kendime zulüm sandım.
Neyledim felek, neyledim?
Giden gençliğime yanmaktan başka…

Sevgi ispat ister, bedel ister,
O can yüreğimdeydi onun için titrer,
Bu satırlarım birer ispat,birer hüner.
Neyledim kader, ben neyledim?
Her geçen gün ölümü beklemekten başka…

Kara talihim, şansız mıydı bahtım,
Sevdaya bedel ödedim, yoktur tahtım,
Ölünceye kadar tek aşkımsın, budur ahtım.
Neyledim ben, neyledim?
Bu yazgısız kadere sabretmekten başka...

Yazgı çekilir, hayat değişmez,
Çaresizliğim ecel olmuş vakti bilinmez,
Ölümden ötesi yok ki! hiç farketmez.
Neyledim Allah'ım ben neyledim?
Ağaran saçlarıma bir yenisini eklemekten başka...

Bir garip insandım kıymet bildiler,
Belki de bilmeden günahımıza girdiler,
Bu kalpte güya izlerini sildiler.
Neyledim felek, ben kime neyledim?
Yüzümdeki kırışıklıklara eyvah demekten başka

AŞIK DİDARî
1854-1939. Şavşat’ın Karavat (şimdiki adı Saylıca) köyünde doğdu. Asıl adı Abdullah’tır. Artvinli halk şairlerine ilişkin yapılan araştırmalarda doğum yeri (yerleri) ve tarihleri hakkında farklı veriler aktarılmaktadır. Ancak bugüne dek yapılan araştırmaların bir toparlaması ve en ayrıntılısı olan Seyfettin Ermişoğlu’nun bu konudaki çalışması daha derli toplu bilgiler sunmaktadır.

Şimdiye kadarki araştırmaların tümünde Şavşatlı iki ayrı aşık olarak aktarılan Didari ve Firaki, aslında bu iki mahlası kullanmış aynı kişidir. Bunlarden Firaki olarak aktarılan aşığın yaşamına ilişkin bilgiler gerçeğe daha yakın görünmektedir.

Ahaldaba’da (şimdiki adı Tepeköy) medrese eğitimi gördü. Aynı dönemlerde aşıklık geleneğini öğrenmeye başladı. Yörede Cennetoğlu Abdi ya da Abdullah Hoca olarak bilinir.

1. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Alaca’nın Beşiktepe köyüne göçtü. 1927 yılına dek orada yaşadıktan sonra yeniden Tepeköy’e döndü.

Aşık Didari Alaca’dan döndükten sonra yaklaşık 12 yıl daha yaşadığı Tepeköy’de öldü.
FALANKESİN 
Açılmış hüsnün bağında gülleri falankesin
Şekerden hasıl olmadır dilleri falankesin
İptida kalemden damla yüzünün noktaları
Herbiri bir hazne değer halleri falankesin
 
Ayvansaray odalarda Selanikler döşenir
Cevahir kemer bağlamış Kirman şalı kuşanır
Beş bin deve katar etmiş Hint kumaşı taşınır
Bağlamıştır bezirganı yolları falankesin
 
Der Didari mail oldum güzeller övmesine
Bu bir Selanik parçası benzemez değmesine
Sarraflar kıymet veremez göğsünün düğmesine
El pençe dursa gerektir kulları falankesin

FAYDA NE ?
Maşrıktan doğunce ol şems-i enver
Vilayet mağripte ele fayda ne
Bülbülki kafeste feryat eylese
Bağ içinde gonca güle fayda ne?
 
Hakkı talep kılan bulur hidayet
Ona burhan olur gonca-ı hikmet
Açılır haznesi ilm-i hakikat
Yoldan taşra kalan kula fayda ne?
 
Kelamım söylerim ehl-i irfana
Sığınmışım her dem gani süphana
Firaki gark olup dalsa ummana
Dalgası olmayan göle fayda ne?

 ÂŞIK DEVRANÎ
1928 yılında Şarkışla’nın Hüyük köyünde doğdu. Asıl adı Hasan Tutal’dır. Aşıklık geleneğini ve bağlama çalmayı küçük yaşlarda öğrenmeye başladı. Çocukluğu çobanlık, çiftçilik gibi köy işleriyle geçti. Okuma yazmayı askerde öğrendi.

Aşık Devrani, kendisinin doğduğu yıl ölen köylüsü Aşık Kul Sabri’nin şiirlerinden etkilendi. Aşık Veysel, Aşık Ali İzzet gibi yöresinin aşıklarıyla olan birlikteliği aracılığıyla geleneğe ilişkin bilgisini pekiştirdi.

Uzun süre Türkiye’nin çeşitli bölgelerini dolaştı. Avrupa ve Ortadoğu’nun değişik yerlerinde konserler verdi.

Birçok araştırmada yeralan şiirlerinin bir bölümünü, »Dergaha Varış« (1963), »Uyanalım« (1968), »Gerçek Ozan Susmaz« (1974) ve »Yırtık Aba« (1990) adlı kitaplarda topladı.

BİLEMEZ
Hele bakın şu mahlukun haline
İlm-i hakikati yolu bilemez
Şaşırmış kendini farkına varmaz
Yanar nar içinde nuru bilemez
 
Gece gündüz durmaz hileler dizer
Allahın emrine eylemez nazar
Mürşit meydanında etmemiş Pazar
Ne alır ne satar karı bilemez
 
Nasihat eylersen sözünden almaz
Hayır söyler isen kanmaz inanmaz
Çağırsan ileri meydana gelmez
Mansur’un çektiği darı bilemez
 
Devrani sözünü laden anlamaz
Aşkın badesini içenler kanmaz
Çağırsan ileri meydana gelmez
İnsanın varlığı turu bilemez

VARDIR
Aşıklar diyarı Emlek köyleri
Agahi Kemteri Veli’si vardır
Mühür Gözlü’süyle ün yapan ozan
İzzet’i Özkan’ı Ali’si vardır
 
Veysel’in sesinden tabiat coşar
Sular dalgalanır bendinden taşar
Kara toprak ile ebedi yaşar
Aşıklar Serdar’ı ulusu vardır
 
Sabri sazı ile yurtları gezmiş
Bilim deryasında çırpınıp yüzmüş
Hüseyin’le Kamber gör neler yazmış
Aşkın badesinden dolusu vardır
 
Halkın dertlerini dile getiren
Gözünün yaşını sele getiren
Mecnun gibi Leyla’sını yitiren
Aşık Devran gibi delisi vardır



 OZAN DİDARÎ
1961 yılında Sorgun’un Bahadın kasabasında doğdu. Asıl adı Pakize Altan’dır. İlk ve ortaokulu Bahadın’da, liseyi Ankara’da okudu.

Şiire küçük yaşlarda ilgi duymaya başladı. Yöresindeki aşıklardan etkilendi. Okuduğu kitaplar ve görüştüğü başka şairler aracılığıyla bilgisini pekiştirdi.

Şiirleri birçok dergi, gazete ve araştırmada aktarıldı. Ayrıca bazı şiirleri çeşitli sanatçılar tarafından bestelendi.

Şiirlerinin bir bölümü »Yüreğiminin Penrceresinden«, (2004) adıyla yayımlandı.

Ayrıca asıl adı Abdullah olan, 1854-1939 yılları arasında yaşamış Şavşatlı bir Aşık Didari daha bulunmaktadır.

GÜLÜM
Seni bana unutturmak isteyen
Yıllarınan aram açıldı gülüm
Zaman ilaç unutursun dediler
Kullarınan aram açıldı gülüm

Kaç mevsim eskittim kaç mevsim saydım
Resmini başımın ucuna koydum
Sen benden gideli karalar giydim
Allarınan aram açıldı gülüm

İntizar etmeye dilim varmıyor
Derbeder halimi kimse görmüyor
Sazım sualime cevap vermiyor
Tellerinen aram açıldı gülüm

Didari’yim yine feleğe çattım
Kaç kez yüreğimle pazarlık ettim
Geleceksen tez gel tükendim bittim
Yollarınan aram açıldı gülüm

YALAN SÖYLEMEZ
Dostum sevdayla bakılan
Gözler yalan söylemez
Gönülden dile dökülen
Sözler yalan söylemez

Ne vakti var ne zamanı
Zordur sevdanın amanı
Arşa çıkarken dumanı
Közler yalan söylemez

Aşk gıdayı yardan alır
İki gönül bahar olur
Vurgun yese izi kalır
İzler yalan söylemez

Sevgi her engeli aşar
Didari şahlanır coşar
Duygular mızraba düşer
Sazlar yalan söylemez

ŞEVKİ DİNÇAL
1952 yılında Şarkışla’da doğdu. İlköğrenimi Şarkışla’da Polis Akademisini Ankara’da tamamladı. Şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladı. Yöresindeki birçok aşık dışında Halil Soyuer, Cemal Safi gibi birçok şairden etkilendi.

Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ve Türkiye dışında Emniyet görevlisi olarak değişik kadrolarda görev yaptı.

Şiirlerini »Sır Defteri«, »Sır Değil Artık«, »Damladan Deryaya«, »Rubailer« ve »Ertelenmiş Düşler« adlı kitaplarda topladı.

Korkarım
Gidersen ne olur dönme geriye
Bu sevdanın bitmesinden korkarım
Bir ayrılık duygusunun yeniden
Beni benden etmesinden korkarım
 
Bırak böyle kalsın tüm hatıralar
Tekrar tekrar açılmasın yaralar
Teselli bulmuşken tam şu sıralar
Aklın baştan gitmesinden korkarım
 
Ben gönlümü yoksun diye avuttum
Hasretini vuslatımla bir tuttum
İçimdeki közü külde unuttum
Yine yanıp tütmesinden korkarım

Yalancı Seni
Gittim ya ardımdan zevk ü sefaya
Dalmadım demişsin yalancı seni
Gönül kapısından başka birini
Almadım demişsin yalancı seni
 
Sen açtın içimde aşk yarasını
Sen bozdun gönülle göz arasını
Tertemiz sevgime yüzkarasını
Çalmadım demişsin yalancı seni
 
Az mı savaş verdim gururun ile
Kim yaşattı bana bu kadar çile
Kalbini ikiye ben bile bile
Bölmedim demişsin yalancı seni
 
Dönerken sılaya gurbet kuşları
Kim yaşattı bana gönül kışları
Kaybolmuş gözünde hüzün yaşları
Gülmedim demişsin yalancı seni
 
Bundan sonra şeytan görsün yüzünü
Yalan sarmış yüreğini özünü
Ben ağlarken düşmanımın gözünü
Silmedim demişsin yalancı seni

KAYNAKLAR :
1. Mimar Nihat KIYAT, Edebî Âbideler: Altıncı Kısım, II.Baskı, İstanbul-1937.
2. Mehmet Behçet YAZAR, Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı, İstanbul- 1938
3. Mehmet KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Başbakanlık Kültür Müsteş. Yay.7, İstanbul-1973, s.5-8
4. İlhan GEÇER, Cumhuriyet Döneminde Türk Şiiri, Kültür ve Turzm Bak. Yay. 785, Ankara-1987, s. 140-143
5. Mehmet KAPLAN, Tevfik Fikret ve Şiiri, Türkiye Yayınevi, İstanbul-1946, s.149
6. Abdullah Çağrı ELGÜN,  "Türk Dili”, (Genişletilmiş İkinci Baskı) Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2001;
7 (Edebiyat Üzerine Düşünceler (Çev. Sevim Kantarcıoğlu), Kültür ve Trzm Bak. Yay. Ankara-1983, s.145)
8. (KAFİYE, Edebiyâta Dâir, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul-1971, s.135)
9. Abdullah Çağrı ELGÜN, "Edebî Sanatlar”, (Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2000);
10. Murat DUMAN, AŞKIN DÜĞÜMÜ, 1. Baskı, Kültür Ajans Yayınları Yay. Nu.37,Ankara,2008
11Abdullah SATOĞLU,“Edebiyat Dünyamızdan Hoş Sedalar”, Akçağ  Yay. Nu. 897,1.Baskı Ankara, 2008,
12. Şakir SUSUZ, “Leylakların Gölgesinde”, Kültür Ajans, BRC Ofset, Ankara, 2008
13. Mediha UZAR,  “Uzak Kıyılar”, Gündüz Yayınevi,  Birinci Baskı, Ankara, 2008
14. Musa MERDANOĞLU, “Ozanın Feryadı”,genişletilmiş 3. Baskı. Hürbilek Ofset, Ankara. 2005
15.Ozan SİNEMÎ, 2007, AN-DER ŞİİR ANTOLOJİ, Kalan Kültür Basım Yayınları 2007, Ankara,
16.Âşık Hüseyin SALMAN,.http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?sair=60029&siir=883117&order=oto




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder